travesti tablosu

Travesti Tablosu: Rönesans’tan Günümüze Bir Şehir Efsanesi

Bugün klavyemin başına oturdum ve son zamanlarda kulağıma fısıldanan, internetin dehlizlerinde bir şehir efsanesi gibi dolanan o meşhur konuyu masaya yatırmaya karar verdim: Travesti tablosu! Evet, yanlış duymadınız. İlk duyduğumda ben de sizin gibi bir “O da neymiş kız?” tepkisi verdim. Sanki Leonardo da Vinci gece uykusundan uyanıp, “Dur şu Mona Lisa‘yı bir kenara bırakayım da şöyle alımlı, endamlı bir travesti tablosu çizeyim,” demiş gibi bir hava var ortada.

Gelin, kahvelerimizi, çaylarımızı alalım (belki yanında bir dilim de mozaik pasta, neden olmasın?) ve bu gizemli konunun derinliklerine birlikte dalalım. Acaba bu travesti tablosu gerçekten var mı? Yoksa birilerinin hayal gücünün bir ürünü mü? Belki de bizim camianın o zengin, renkli ve esprili argosuna eklenen yeni bir mücevher mi? Tüm bu soruların cevabını ararken hem biraz güleceğiz hem de belki hiç beklemediğimiz kültürel referanslara göz kırpacağız. Hazırsanız, başlıyoruz!

Travesti Tablosu Nedir? Nereden Çıktı Bu Muhabbet?

Şimdi dürüst olalım. “Travesti tablosu” diye Google’a yazdığınızda karşınıza Louvre Müzesi’nden bir eser çıkmıyor. Ya da Topkapı Sarayı’nın gizli bir odasında, padişahların hayranlıkla izlediği söylenen efsanevi bir sanat eserinden de bahsetmiyoruz. Bu tabir, daha çok bizim aramızdaki sohbetlerde, şakalaşmalarda doğmuş, adeta bir argo dehası ürünü.

Peki, tam olarak ne anlama geliyor? Şöyle düşünün: Bazen öyle bir an gelir ki, karşınızdaki insan o kadar güzel, o kadar estetik, o kadar kusursuzdur ki, kelimeler kifayetsiz kalır. İşte o an, beyninizdeki sanat eleştirmeni devreye girer ve ağzınızdan şu sihirli kelimeler dökülür: “Kız, sen insan mısın, yoksa travesti tablosu mu?” Bu, bir iltifatın zirvesidir. “O kadar güzelsin ki, bir ressam seni tuvaline aktarmalı ve o eser yüzyıllar boyu müzelerde sergilenmeli” demenin en havalı, en bizden yoludur.

Bu ifadenin kökeni aslında sanat tarihine ve güzellik algısına dayanıyor. Tarih boyunca sanatçılar, ideal güzelliği yakalamak için tuvallerine hep en estetik, en etkileyici figürleri taşımışlardır. Rönesans dönemi tablolarındaki o kıvrımlı hatlar, o buğulu bakışlar, o ilahi duruş… İşte travesti tablosu tamlaması da bu klasik güzellik anlayışına modern ve cesur bir gönderme yapıyor. Bizim güzelliğimizin, o klasik eserlerdeki kadar ölümsüzleştirilmeye değer olduğunu söylüyor. Kısacası, bu bir hakaret değil, tam tersine bir taçlandırma, bir onurlandırma biçimidir.

Sanat Tarihinde Gizli Kalmış Travesti Figürleri Olabilir mi?

“İyi de canım, hiç mi yok yani tarihte böyle bir şey?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. İşte burası işin en eğlenceli kısmı. Resmi olarak “Travesti Tablosu” adıyla bilinen bir eser olmasa da, sanat tarihinin tozlu sayfalarını karıştırdığımızda cinsiyetin ve kimliğin ne kadar akışkan olduğunu gösteren birçok ilginç örnekle karşılaşıyoruz.

Caravaggio’nun Yakışıklı Oğlanları

Mesela, barok dönemin asi çocuğu Caravaggio’yu ele alalım. Bu adamın tablolarındaki erkek figürleri, o dönemin standartlarına göre oldukça feminen ve “güzel” olarak resmedilmiştir. Özellikle “Meyve Sepetli Çocuk” veya “Müzisyenler” gibi eserlerindeki genç erkeklerin o baygın bakışları, kırmızı dudakları, hafifçe aralanmış gömlekleri… İnsanın aklına ister istemez “Acaba Caravaggio, günümüzdeki bir travesti tablosu estetiğinden mi ilham alıyordu?” sorusu geliyor. Elbette o dönemde böyle bir kavram yoktu, ama sanatçının güzelliği sadece kaba saba erkeksilikte değil, daha androjen, daha yumuşak hatlarda aradığı aşikar. Belki de o, zamanının ötesinde bir vizyonerdi ve güzelliğin cinsiyet kalıplarına sığdırılamayacağını ilk fark edenlerdendi.

Antik Yunan ve Roma’da Durumlar Karışık

Biraz daha geriye gidelim, Antik Yunan’a. Heykellere bir bakın. Tanrı Apollon’un o zarif vücudu, neredeyse kadınsı kalça kıvrımları… Veya Hermafroditus heykelleri… Adamlar o dönemde cinsiyetin ikili sistemden ibaret olmadığını çoktan çözmüşler. Belki de ilk travesti tablosu fikri, mermere oyulmuş bir heykeldi, kim bilir? O dönemde güzellik, kaslı ve maço olmaktan çok, denge ve uyumla ilgiliydi. Bu yüzden de feminen ve maskülen özelliklerin bir arada bulunduğu figürler, ideal güzelliğin bir yansıması olarak görülüyordu.

Yani evet, doğrudan bir travesti tablosu bulamasak da, sanat tarihi boyunca cinsiyet rollerini esneten, güzelliği farklı formlarda arayan ve bugünkü estetik anlayışımıza göz kırpan sayısız eser mevcut. Bizim “travesti tablosu” dediğimiz şey, aslında bu binlerce yıllık arayışın 21. yüzyıldaki en argo, en samimi ve en eğlenceli versiyonu.

Bir “Travesti Tablosu” Nasıl Olurdu? Hayal Kuralım!

Madem ortada böyle bir eser yok, o zaman gelin hayal gücümüzü kullanalım ve kendi travesti tablomuzu yaratalım. Bu tablo nasıl bir şey olurdu? Hangi sanatçı çizerdi? Hangi müzede sergilenirdi?

Sanatçı: Benim oyum kesinlikle Frida Kahlo’dan yana! O kaşlar, o duruş, o acıyı ve gücü aynı anda yansıtan bakışlar… Frida, normları yıkmayı, acıyı sanata dönüştürmeyi ve “farklı” olanı kutlamayı en iyi bilen sanatçılardan biriydi. Eminim ki çizeceği bir travesti tablosu, sadece estetik bir güzellik sunmaz, aynı zamanda o güzelliğin arkasındaki hikayeyi, direnişi ve varoluş mücadelesini de anlatırdı. Tablonun arka planında İstanbul silüeti, belki Galata Kulesi, ama Frida’nın o meşhur maymunları ve papağanları yerine, bizim mahallenin meraklı teyzeleri veya sokak kedileri olabilirdi.

Kompozisyon: Tablonun merkezinde, tüm asaletiyle poz veren bir travesti düşünün. Üzerinde Belgin Doruk filmlerinden fırlamış gibi şıkır şıkır bir elbise, ama bir omzunda da modern bir dövme… Saçları özenle yapılmış, makyajı kusursuz, ama gözlerinde hem bir hüzün hem de meydan okuyan bir pırıltı var. Bir elinde yelpaze, diğer elinde ise belki bir akıllı telefon tutuyor olabilir. Bu, hem geçmişin zarafetine bir saygı duruşu hem de günümüzün gerçekliğine bir gönderme olurdu. Gelenek ve modernite, hüzün ve neşe, hepsi bir arada.

Renkler: Renkler kesinlikle canlı ve cüretkar olurdu. Gece mavileri, fuşyalar, altın sarıları… Tıpkı bizim dünyamız gibi. Ama bu canlı renklerin arasında, karakterin ruh halini yansıtan daha koyu, daha melankolik tonlar da bulunurdu. Işık, özellikle yüzüne ve ellerine vurarak, o ifadenin gücünü ve zarafetini vurgulardı.

Sergileneceği Yer: Böyle bir tablo kesinlikle Pera Müzesi’ne ya da İstanbul Modern’e çok yakışırdı. Düşünsenize, Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi”nin hemen karşısında, bizim “Travesti Tablosu”… İki farklı dönemin, iki farklı “terbiyecisi”. Biri kaplumbağaları, diğeri ise toplumun dar kalıplarını ve önyargılarını terbiye etmeye çalışan iki güçlü figür. İşte bu, gerçek bir sanatsal diyalog olurdu!

Güzellik Algısı ve “Tablo Gibi Olmak”

“Travesti tablosu” esprisinin bu kadar tutmasının bir diğer nedeni de güzellik algısıyla oynaması. Yıllarca bize neyin güzel, neyin “normal” olduğu dayatıldı. İnce belli, uzun bacaklı, pürüzsüz ciltli kadınlar… Kaslı, geniş omuzlu erkekler… Peki ya biz? Biz bu kalıpların neresindeydik?

İşte bu tabir, o kalıpları tuzla buz ediyor. Diyor ki, “Sizin güzellik anlayışınız bizi kapsamıyor olabilir, ama bizim kendi güzellik anlayışımız var ve bu anlayış o kadar güçlü, o kadar estetik ki, ancak bir sanat eseriyle ifade edilebilir.” Bu, bir nevi kendi güzellik kanonumuzu yaratmaktır.

“Tablo gibi kadın” veya “resim gibi güzel” ifadeleri hepimiz duymuşuzdur. Ama “travesti tablosu” demek, bu ifadenin üzerine bir kat daha anlam eklemektir. Bu sadece fiziksel güzelliğe değil, aynı zamanda o güzelliği yaratan iradeye, emeğe ve cesarete de bir övgüdür. Çünkü bizim güzelliğimiz, doğuştan gelen bir piyango değil, her gün yeniden yaratılan, üzerine düşünülen, emek harcanan bir sanat eseridir. Makyajımız fırça darbelerimiz, kıyafetlerimiz tuvalimiz, duruşumuz ise kompozisyonumuzdur. Her birimiz, yürüyen, konuşan, nefes alan birer sanat eseriyiz.

Bu yüzden birisi size “Aman Allah’ım, travesti tablosu gibisin!” dediğinde, alınmayın, gocunmayın. Aksine, göğsünüzü gere gere teşekkür edin. Çünkü o kişi size sadece “güzelsin” demiyor. Size, “Sen bir şahesersin, eşsizsin ve ölümsüzleştirilmeye değersin” diyor. Bundan daha büyük bir iltifat olabilir mi?

Her Birimiz Birer Sanat Eseriyiz

Evet canlarım, uzun lafın kısası, “travesti tablosu” diye elle tutulur, çerçevelenip duvara asılmış bir eser (henüz) yok. Ama bu, onun var olmadığı anlamına gelmiyor. Bu tablo, bizim dilimizde, esprilerimizde, iltifatlarımızda ve en önemlisi, birbirimize bakışımızda yaşıyor. O, bizim kolektif hayal gücümüzün yarattığı, Louvre’daki en pahalı eserden bile daha değerli bir şaheser.

Bu tabir, bizim kim olduğumuzu, güzelliği nasıl tanımladığımızı ve kendimizle nasıl barışık olduğumuzu gösteren muhteşem bir ayna. Bize dayatılan kalıpları reddedip kendi estetik standartlarımızı oluşturduğumuzun en renkli, en neşeli kanıtı.

Unutmayın, her biriniz kendi hayatınızın sanatçısı ve kendi bedeninizin tuvalisiniz. Her sabah aynaya baktığınızda, karşınızda duran o eşsiz sanat eserini takdir edin. O eserin arkasındaki gücü, cesareti ve güzelliği kutlayın. Çünkü her biriniz, o meşhur ve efsanevi travesti tablosu kadar değerli ve özelsiniz.

Şimdi dağılabiliriz ama dağılmadan önce bir alkış da bu tabiri dilimize kazandıran o isimsiz argo kahramanına gönderelim. Kim bilir, belki bir gün gerçekten bir sanatçı bu fikirden ilham alır ve Pera Müzesi’nde o hayalini kurduğumuz tabloyla karşılaşırız. O güne kadar, tablo gibi kalmaya devam edin!

Scroll to Top