Klavyenin başına yine ben, şehrin en C vitaminli, en şıkırtılı travestisi geçti. Bugün masaya öyle bir konu yatırıyoruz ki, saksıları çalıştırmaya, cüzdanları hafifletmeye hazır olun: O meşhur, o dillere destan İstanbul gece hayatı! Ama durun, öyle klasik rehber yazısı beklemeyin. Size “Şurada şu kokteyli için, burada bu DJ çalıyor” demeyeceğim. Ben size işin mutfağını, kulisini, topuklu ayakkabıyla Arnavut kaldırımlarında can çekişmenin o trajikomik halini anlatacağım. Kemerlerinizi bağlayın, çünkü bu gece uzun olacak.
Geceye Hazırlık: Bir Sanat Eserinin Doğuşu (veya Çöküşü)
Ah, o hazırlık süreci… Sanırsın Oscar törenine hazırlanıyoruz. Her şey bir duşla başlar. Sıradan bir duş mu? Asla! Bu, adeta bir arınma ritüeli, günün tüm yorgunluğunu, atanamamış müdür tribini, metrobüs çilesini akıtıp götüren sihirli bir andır. Sonrasında ise asıl cümbüş başlar: Makyaj.
Makyaj masam, bir kimya laboratuvarından farksızdır. Fondötenler, kapatıcılar, far paletleri, aydınlatıcılar… Her biri, geceye damga vuracak o yüzü yaratmak için sırasını bekleyen askerler gibidir. O kontür var ya o kontür… Elmacık kemiklerimi öyle bir belirginleştiriyorum ki, coğrafya dersinde dağları ve platoları benim yüzümden anlatsalar çocuklar daha iyi anlar. Eyeliner çekme anı ise tam bir sabır testi. O anlarda nefesimi öyle bir tutarım ki, yanımdaki oksijen tüpüyle gezse anca bu kadar olur. Tek bir milimlik hata, bütün emeği bir Joker makyajına çevirebilir. Bu süreçte en az üç kriz, iki sinir harbi ve bir adet “Hiçbir yere gitmiyorum, ben çirkinim!” depresyonu yaşanır. Ama sonuç? Aynaya baktığında “Helal be kızım, yine yaptın yapacağını!” demek paha biçilemez.
Sonra gelsin gardırop krizi. Dolabı açarsın, içinden kıyafet fışkırır ama giyecek “hiçbir şey” yoktur. Bu, evrensel bir kadın kanunudur ve biz travestiler bu kanunun baş uygulayıcılarıyız. O payetli elbise mi, yoksa o yırtmaçlı etek mi? Topuklular… Ah o güzel katiller! Bize kendimizi tanrıça gibi hissettiren ama gecenin sonunda ayaklarımızı kıyma makinesinden geçmiş gibi yapan o muhteşem icatlar. Seçimler yapılır, son dokunuşlar tamamlanır ve artık İstanbul sokaklarını fethetmeye hazırsınızdır.
Mekan Seçimi: Nereye Gidiyoruz Kızlar?
İstanbul gece hayatı dediğin bir okyanus ve biz de o okyanusta hangi balığı avlayacağımıza karar vermeye çalışan balıkçılar gibiyiz. Herkesin bir favorisi, bir “kalesi” vardır. Ama bazen de macera arar insan.
Beyoğlu (ve Asmalımescit’in Hayaleti): Ah Beyoğlu, canım Beyoğlu… Eskiden gecelerin kalbinin attığı yerdi. Şimdi biraz daha turistik, biraz daha sakinleşmiş gibi dursa da hala o ruhu bir yerlerde saklıyor. Asmalımescit’in dar sokaklarında yürürken, her köşeden bir anı fışkırır. Bizim için Beyoğlu, genellikle geceye başlangıç noktasıdır. Şöyle Nevizade’de bir iki bira içip ortama ısınmak, sonra daha hareketli sulara yelken açmak… Ama dikkat! O Arnavut kaldırımları, stiletto topukluların en büyük düşmanıdır. O taşların arasına sıkışan bir topuk, bütün gecenin büyüsünü bozabilir. Yanınızda mutlaka bir yedek babet taşıyın, tecrübeyle sabittir.
Karaköy (Hipster Cenneti): Karaköy, son yılların parlayan yıldızı. Grafitili duvarları, konsept kafeleri ve şık barlarıyla daha bohem, daha “cool” bir kitleye hitap ediyor. Burada insanlar sanki bir moda dergisi çekiminden fırlamış gibi gezer. Herkesin elinde bir artizan kokteyl, fonda ise pek anlamadığımız ama kafa sallayarak eşlik ettiğimiz bir elektronik müzik çalar. Karaköy’de bir gece, kendinizi bir sanat filminin içinde hissetmenizi sağlayabilir. Tabii hesabı görünce gerçek hayata sert bir dönüş yapmazsanız. İstanbul gece hayatı deneyiminin daha modern ve sofistike yüzü diyebiliriz.
Kadıköy (Anadolu Yakası’nın Asi Çocuğu): “Avrupa Yakası’nın stresi bize gelmez ablacım” diyenlerin sığınağıdır Kadıköy. Daha rahat, daha samimi, daha “bizden” bir havası vardır. Barlar Sokağı’nda (resmi adıyla Kadife Sokak) yürürken, her mekandan farklı bir müzik sesi yükselir. Rock, indie, pop, elektronik… Herkes kendi kafasına göre takılır. Burada kimse kimsenin ne giydiğine, ne içtiğine karışmaz. Makyajınız aksa da, saçınız bozulsa da kimsenin umurunda olmaz. Kadıköy’ün o salaş ama içten ruhu, insanı kucaklar. Özellikle bir cuma akşamı Kadıköy’deyseniz, İstanbul gece hayatı kalabalığının ne demek olduğunu iliklerinize kadar hissedersiniz.
Bebek & Etiler (Zengin ve Şık): Geldik zurnanın zırt dediği yere. Burası, paparazzilerin pusuya yattığı, her an bir ünlüyle pişti olabileceğiniz, cüzdanların oksijen çadırına bağlandığı bölge. Mekanlara girmek ayrı bir dert, içeride takılmak ayrı bir dert. Kapıdaki görevlinin sizi baştan aşağı süzmesi, o “listede adınız var mı?” sorusu… Sanki gizli bir örgüte üye alıyorlar! İçerisi ise tam bir podyum. Herkes en marka kıyafetleriyle, en pahalı saatleriyle caka satma peşindedir. Bizim gibi fani travestiler için burası daha çok “insan izleme” (people watching) noktasıdır. Bir köşeye çekilip, o yapay dünyanın içinde dönen dolapları izlemek, inanın en iyi komedi filminden daha eğlenceli.
Gecenin Akışı: Flörtler, Dedikodular ve Dans Pistinin Tozunu Attırmak
Mekana girdik, şöyle en güzel masaya (veya bara) konumlandık. İlk iş, etrafı kesmektir. Kim gelmiş, kim gitmiş, kim kiminle… Bu, gecenin en önemli istihbarat toplama anıdır. Bakışmalar başlar. O uzaktan kesen yakışıklı mı, yoksa sadece gözü mü daldı? Yan masadaki kızlar bizim hakkımızda mı fısıldaşıyor, yoksa sadece kendi aralarında mı gülüşüyorlar? Bu belirsizlikler, gecenin tuzu biberidir.
Sonra gelsin içkiler… İlk kadeh her zaman en masumudur. “Sadece bir tane içip kalkacağım” diye başlarsın. O bir olur iki, iki olur üç… Üçüncü kadehten sonra içindeki dans canavarı uyanır. O ana kadar “Aman topuklularım rahatsız, aman saçım bozulmasın” diye oturan sen, birden kendini dans pistinin ortasında bulursun. O an ne topuklu acısı kalır, ne de makyaj derdi. Müzik ruhunu ele geçirmiştir bir kere. O pistte sadece sen, müzik ve özgürlüğün vardır. İşte İstanbul gece hayatının en sihirli anı budur. Tüm dertleri, tasaları unuttuğun, sadece anı yaşadığın o birkaç saat…
Tabii bu sırada tuvalet ziyaretleri de gecenin önemli bir parçasıdır. Kızlar tuvaleti, adeta bir sır odasıdır. Orada makyajlar tazelenir, dedikodunun dibine vurulur, yeni arkadaşlıklar kurulur. “Canım rujun ne marka?” ile başlayan muhabbet, yarım saat sonra eski sevgilinin yediği haltlara kadar uzanabilir. Tuvalet aynasının önü, bir nevi grup terapi seansıdır.
Ve Kaçınılmaz Son: Eve Dönüş Çilesi
Gecenin en güzel ama aynı zamanda en zorlu kısmı sona erdiğinde, saatler sabahın ilk ışıklarına yaklaştığında, o acı gerçekle yüzleşirsin: Eve nasıl dönülecek? O güzelim topuklular artık birer işkence aletine dönüşmüştür. Ayakların “İmdat!” diye bağırır. Makyajın, Picasso’nun soyut bir tablosuna dönmüştür. Enerjin bitmiş, pilin tükenmiştir.
Ve işte o an, İstanbul gece hayatının en büyük meydan okuması başlar: Taksi bulmak. Özellikle hafta sonu, popüler bir mekanın önünde taksi bulmak, çölde vaha bulmaktan daha zordur. Boş geçen her taksiye atılan umut dolu bakışlar, şoförün “mesaim bitti” veya “o yöne gitmiyorum” demesiyle yerini hüsrana bırakır. O anlarda insan, ışınlanma teknolojisinin neden hala icat edilmediğini sorgular. Bir taksi durduğunda ise, sanki piyangodan büyük ikramiye çıkmış gibi sevinirsin.
Taksiye binip o yorgun bedeni koltuğa bıraktığın an, büyük bir rahatlama hissi kaplar içini. Eve varıp o işkence aleti topukluları ayağından çıkardığın an ise, cennetten bir köşe gibidir. Makyajını temizlerken aynadaki yorgun ama mutlu yansımaya bakarsın. Evet, yorulmuşsundur, belki biraz fazla harcamışsındır, ayakların sızlıyordur ama yaşamışsındır. Kahkahalar atmış, dans etmiş, yeni insanlarla tanışmış, anılar biriktirmişsindir.
Çünkü İstanbul gece hayatı sadece içip eğlenmek değildir. Bu şehirde gece dışarı çıkmak, bir sosyalleşme biçimi, bir deşarj olma yöntemi, bir kendini ifade etme yoludur. Biz travestiler için ise, tüm yargılardan, tüm baskılardan uzakta, sadece kendimiz olabildiğimiz, parladığımız bir sahnedir.
O yüzden canlarım, bir dahaki sefere o topukluları giyerken, o eyeliner’ı çekerken ve “Bu gece nereye gitsek?” diye düşünürken aklınızda bulunsun: Her gece bir macera, her an bir anıdır. Yeter ki tadını çıkarmayı bilin. Şimdi izin verirseniz, ben şu ayaklarımı tuzlu suya koyup gelecek hafta sonu için enerji toplamaya gidiyorum. Şehrin ışıkları sönmez, biz de sönmeyiz. Öpüldünüz