İstanbul’un o bitmek bilmeyen keşmekeşinde yine yeni bir güne gözümüzü açtık. Kimimiz metrobüste ter kokusuyla, kimimiz vapurda martı çığlıklarıyla… Ama biz bu şehrin tadını en iyi çıkaranlarız, değil mi ama? Hele ki benim gibi Şişli’nin, Osmanbey’in tozunu attıranlardansanız, her gününüz ayrı bir macera, ayrı bir komedi. Ben Banu, namıdiğer Şişli Osmanbey Travesti Banu! Evet evet, o meşhur kahkahasıyla sokakları inleten, topuklu ayakkabılarıyla asfaltı ağlatan o deli dolu kadın benim.
Bugün size öyle akademik makaleler, sıkıcı hayat dersleri falan vermeyeceğim. Oturun şöyle rahat bir yere, alın kahvenizi (ya da ne içiyorsanız artık, akşam olduysa rakıya da hayır demem), size biraz Osmanbey’den, biraz benden, biraz da bu renkli hayatın görünmeyen yüzünden bahsedeyim. Arada güleceğiz, belki biraz düşüneceğiz, ama kesinlikle sıkılmayacağız. Söz!
Osmanbey: Kumaşın ve Kahkahanın Başkenti
Şimdi, Osmanbey denince aklınıza ne geliyor? Muhtemelen takım elbiseli koşturan iş adamları, toptan tekstil dükkanları, her köşe başında bir kumaş topu… Doğru, burası İstanbul’un moda kalbinin attığı yerlerden biri. Ama canım, o gördüğünüz vitrinlerin, o ciddi suratların ardında bir de bizim dünyamız var. Gündüzleri kumaş pazarlığı yapan abilerin akşamları nasıl “Aman Banu’cum, bir şarkı söyle de neşemiz yerine gelsin” moduna geçtiğini bir görseniz… İşte Osmanbey’in asıl büyüsü de bu. Gündüzle gecenin, ciddiyetle eğlencenin, grinin ve gökkuşağının iç içe geçtiği sihirli bir yer burası.
Ben bu semtin sokaklarına aşığım. Her kaldırım taşında bir anım, her apartman girişinde bir kahkaham var. Bazen en şık butiğin önünden geçerken vitrindeki mankene göz kırparım, “Kızım, o elbise senin üstünde değil, benim üstümde yürüyecek!” diye. Satıcı çocuklar artık alıştı, gülerek selam veriyorlar. Burası benim podyumum, benim sahnem. Bir Osmanbey Travesti olarak bu sokaklarda salınmak, insanların yüzündeki o şaşkın ama bir o kadar da tebessüm dolu ifadeyi görmek gibisi yok. Bizler bu semtin sadece gecesine değil, ruhuna da renk katıyoruz. O griliği alıp, üstüne bir kova sim döküyoruz adeta!
Bir gün yine topuklularımla Nişantaşı’na doğru salınıyorum, elimde alışveriş poşetleri, havam bin beş yüz. Köşeyi bir döndüm, karşıma ilkokul hocam çıkmasın mı? Ayol kadın beni bir süzdü, bir süzdü… Gözleri faltaşı gibi açıldı. “Banu? Sen misin kızım?” dedi. Dedim, “Hocam valla benim, ama artık ‘kızınızım’.” Kadıncağız önce bir duraksadı, sonra öyle bir kahkaha attı ki, “Senden zaten hep böyle bir enerji alıyordum, en renkli öğrencimdin, hiç şaşırmadım!” dedi. Sarıldık, öpüştük. İşte o an anladım ki, önemli olan kim olduğun ya da ne olduğun değil, ne kadar ‘kendin’ olduğun. Osmanbey bana bunu her gün yeniden öğretiyor.
Travesti Olmak Sanattır Canım, Herkes Beceremez!
Ayol, sanmayın ki sabah kalk, peruğu tak, makyajı yap, hooop sokağa! Yok öyle bir dünya. Bu işin bir adabı, bir sanatı var. Makyaj dediğin tuval üzerine resim yapmak gibi. O fondöten cilde pürüzsüzce yayılacak, o eyeliner milimetrik bir kusursuzlukla çekilecek, o ruj dudaktan bir santim bile taşmayacak. Biz heykeltıraş gibiyiz, her gün kendimizi baştan yaratıyoruz.
Hele o topuklular… Canım benim, o topuklu ayakkabılarla Arnavut kaldırımlarında yürümek, Formula 1 pilotu olmaktan daha zor, yemin ederim. Her adım bir risk, her adım bir denge sınavı. Bileği burkmadan, bir diva edasıyla o sokakları arşınlamak tecrübe ister, yetenek ister. Bazen turistler durdurup soruyor, “How do you walk on these?” diye. Ben de diyorum ki, “Honey, this is not walking, this is art!” (Tatlım bu yürümek değil, bu sanat!).
Gelelim kıyafet meselesine. Osmanbey’in tekstil cenneti olmasının avantajlarını sonuna kadar kullanıyorum tabii ki. Bazen bir kumaşçıya girip öyle bir pazarlık yapıyorum ki, adamlar “Banu Hanım, dükkan sizin olsun, yeter ki susun” moduna geliyor. Payetli kumaşlar, ipekler, satenler… Hepsi benim bebeklerim. Vitrinde görüp beğendiğim bir elbiseyi kafama taktıysam, gerekirse kalıbını çıkarır, terzime aynısını diktiririm. Çünkü bizler sıradan olanla yetinmeyiz. Biz parlamak, göz almak için varız. Bir Osmanbey Travesti olarak semtimin moda ruhuna yakışır şekilde giyinmek benim boynumun borcu. Öyle paspal, özensiz göremezsiniz beni. Saçım her zaman yapılı, tırnaklarım ojeli, kahkaham her daim hazır ve nazırdır.
Gecenin Perde Arkası: Sim ve Gözyaşı
Şimdi hep güldük, eğlendik. Ama madalyonun bir de öteki yüzü var, değil mi? Bu pırıltılı, kahkaha dolu hayatın arkasında bazen hüzünler, bazen de zorluklar gizli. Herkesin sizi bir cinsel obje olarak görmesi, yargılayan bakışlar, laf atmalar… Bunlar bizim gerçeğimiz. Ama biz ne yapıyoruz? Yıkılıyor muyuz? Asla! O lafı atana öyle bir cevap veriyoruz ki, attığına atacağına pişman oluyor. O yargılayan bakışlara en güzel gülümsememizle karşılık veriyoruz. Çünkü biliyoruz ki, en büyük güç, içimizdeki neşeyi ve özgüveni kaybetmemek.
Bazen bir mekanda en güzel şarkıları söylerken, en içten kahkahaları atarken bir anda gözüm dalar. Aklıma ailem gelir, çocukluğum gelir, “keşke”lerim gelir. Ama sonra sahnedeki ışık yüzüme vurur, insanların bana sevgiyle bakan gözlerini görürüm ve derim ki, “İyi ki, Banu! İyi ki bu yolu seçtin, iyi ki kendin oldun.” Çünkü sahte bir mutlulukla yaşamaktansa, kendi gerçeğinin getirdiği tüm zorluklara göğüs germek daha onurlu.
Unutmayın, bizler sadece geceleri ortaya çıkan varlıklar değiliz. Bizim de bir gündüzümüz, bir hayatımız var. Markete gideriz, fatura öderiz, dizi izleyip ağlarız, kedileri severiz, komşumuzla kahve içeriz. Tıpkı sizin gibi. Tek farkımız, biraz daha renkli, biraz daha cesur olmamız belki de. Bir Osmanbey Travesti olmak, sadece topuklu ayakkabı giyip makyaj yapmaktan ibaret değil. Aynı zamanda bu şehrin ortasında, binlerce farklı insanın arasında dimdik ayakta durabilme gücüdür.
Banu’dan Hayata Dair İnciler (Altın Değerinde Vallahi!)
Madem bu kadar dertleştik, size hayat felsefemden birkaç tüyo vereyim de ufkunuz açılsın.
- Asla Kendin Olmaktan Korkma: Elalem ne der diye yaşanmaz canım. Onlar her şeye bir kulp bulur. Sen peruğunu mu takmışsın, eteğini mi giymişsin, kahkahanı mı atmışsın… Onlara ne? Sen mutlu musun, ona bak. Unutma, en güzel elbise, üzerine en çok yakışan özgüvendir.
- Mizah En İyi Zırhtır: Sana laf mı attılar? Ters bir bakış mı yakaladın? Çatışmaya girme. Esprili bir cevapla karşındakini öyle bir mat et ki, neye uğradığını şaşırsın. Gülmek ve güldürmek, en güçlü savunma mekanizmasıdır. Ben en fırtınalı anları kahkahalarımla atlattım.
- Detaylarda Güzelliği Ara: Hayat bazen çok yorucu ve gri gelebilir. Ama dikkatli bakarsan her yerde bir renk, bir güzellik vardır. Osmanbey’in ara sokağındaki bir kedinin uykusu, bir vitrindeki payetli kumaşın parıltısı, bir simitçinin sıcak gülümsemesi… Mutluluk bu küçük anlarda gizli. Gözünü aç ve gör.
- Dostlarını İyi Seç: Bu hayatta en büyük servet, düştüğünde elinden tutacak, ağladığında omzunda ağlayacağın, güldüğünde kahkahana eşlik edecek dostlardır. Benim de var öyle can dostlarım. Birbirimizin makyaj malzemesini de paylaşırız, sırlarımızı da. Onlar benim seçilmiş ailem.
Ve son olarak… Bu yazıyı okuyan canım, kim olursan ol, nerede yaşarsan yaşa… Bir gün yolun Osmanbey’e düşerse ve sokakta kahkahasıyla yeri göğü inleten, uzun bacaklı, sarışın bir afet görürsen, çekinme. Gel bir “Merhaba Banu!” de. İki lafın belini kırarız, bir kahve içeriz. Belki sana da hayatı biraz daha renkli görmen için ilham veririm, kim bilir?
Unutmayın, hayat çok kısa. Onu grilere boğmak yerine, gökkuşağının tüm renkleriyle yaşamaya bakın. Tıpkı bizler gibi. Tıpkı bu deli dolu Osmanbey Travesti Banu gibi!
Hepinize kocaman öpücükler ve bol kahkahalar