Bugün size öyle bir konudan bahsedeceğim ki, eminim yerinizde duramayacaksınız. Hani bazen o sessiz, skin gecelerde aklınıza türlü türlü senaryolar gelir ya? İşte o senaryoların başrol oyuncusu, yani bir sarışın travesti olarak benim fantezi dünyamın kapılarını aralıyoruz. Kemerlerinizi bağlayın, çünkü bol kahkahalı, biraz da muzip bir yolculuğa çıkıyoruz!
Efendim, şimdi “fantezi” deyince hemen aklınıza erotik filmlerdeki gibi abartılı sahneler gelmesin. Tabii, onlar da işin tuzu biberi ama benim fantezi dünyam biraz daha geniş kapsamlı. Bazen bir romantik komedi, bazen bir aksiyon filmi, bazen de tam bir pembe dizi kıvamında. Sonuçta bizler hayatın her rengini yaşayan, hisseden insanlarız. Hele ki İstanbul gibi bir metropolde yaşayan bir sarışın travesti olmak, başlı başına bir fantezi filmi gibi değil mi zaten? Her köşe başında yeni bir macera, yeni bir karakter…
Gelin, bakalım Şule’nin aklından neler geçiyormuş. Ama baştan uyarayım, bu yazıyı okurken kahvenizi püskürtebilir, kahkahalarınızla komşuları rahatsız edebilirsiniz. Sorumluluk kabul etmiyorum!
Fantezi 1: “Casus Belli” – Gizli Ajan Sarışın Travesti Şule
Hayal edin… Şık bir otelin lobisindeyim. Üzerimde vücuduma yapışan, yırtmacı cesur, kırmızı bir elbise. Sarı saçlarım omuzlarıma dökülüyor, makyajım kusursuz. Kulağımda minicik bir kulaklık, merkezden talimatlar alıyorum. Görevim: Uluslararası bir elmas kaçakçısını yakalamak. Adım “Ajan Sarışın Bomba”.
Lobide etrafı keserken hedefimi görüyorum. Kel, göbekli, pahalı bir takım elbise giymiş, purosunu tüttüren o adam. Yavaşça ona doğru süzülüyorum. Topuklularımın zeminde çıkardığı “tık tık” sesi, adeta bir gerilim müziği gibi. Yanına oturduğumda bana dönüp “Bu güzellik bu gece yalnız mı?” diye o klişe soruyu soruyor. İçimden “Ah be amca, bilseydin başına gelecekleri…” diyorum ama dışımdan en cilveli gülümsememi takınıyorum.
“Yalnızım ama belki doğru kişiyle tanışırım,” diye fısıldıyorum. Adamın gözleri parlıyor. İşte o an operasyon başlıyor! İçeceğine fark ettirmeden uyku ilacını atıyorum, sonra onu odasına kadar “yardımcı olma” bahanesiyle çıkarıyorum. Adam yatağa yığılır yığılmaz, odadaki kasayı bulup elmasları alıyorum. Tam çıkacakken, adamın iki koruması kapıda beliriyor. O da ne! Panik yok. Çantamdan rujumu değil, lazerli saç spreyimi çıkarıyorum. İkisini de etkisiz hale getirip, “Bir sarışın travesti ile başa çıkmak o kadar kolay değil beyler!” diye lafımı sokuyorum ve topuklaya topuklaya olay yerinden uzaklaşıyorum.
Bu fanteziyi neden mi seviyorum? Çünkü güçlü, kontrolün elinde olduğu, hem güzel hem de zeki bir kadın karakterini canlandırmak inanılmaz keyifli. Gündelik hayatta karşılaştığımız onca zorluğa, ön yargıya karşı bir nevi isyan gibi. O an, sadece güzelliğiyle değil, aklıyla ve gücüyle de var olan bir kadınım. Kim istemez ki?
Fantezi 2: “Aşk-ı Memnu” Değil, “Aşk-ı Şule” – Yasak Aşkın Pençesinde
Ah, bu zengin ve yakışıklı iş adamları… Hepimizin zaafı değil mi kızlar? Benim de fantezilerimden birinde başrolü kapıyorlar tabii ki. Ama benim senaryom biraz daha farklı.
Düşünün ki, çok ünlü, karizmatik ve evli bir iş adamı var. Adam yakışıklı, zengin, güçlü… Ama mutsuz. Karısı sosyetik, buzlar kraliçesi gibi bir kadın. Adam ise gerçek bir tutku, gerçek bir sevgi arıyor. Ve o aradığı şeyi nerede buluyor dersiniz? Tabii ki bende!
İlk tanışmamız çok tesadüfi oluyor. Belki bir sanat galerisinde, belki de Boğaz’a karşı bir kafede. Gözlerimiz buluşuyor ve o an elektriklenme başlıyor. Adam benim enerjimden, kahkahalarımdan, hayat dolu oluşumdan etkileniyor. Bense onun o yorgun ama derin bakan gözlerinde kayboluyorum. Gizli gizli buluşmaya başlıyoruz. Her buluşma ayrı bir heyecan, ayrı bir adrenalin. Yakalanma korkusuyla karışık o tutku yok mu… İnsanı deli ediyor!
Beni lüks restoranlara götürüyor, pahalı hediyeler alıyor. Ama benim için önemli olan bunlar değil. Benim için önemli olan, o güçlü adamın benim yanımda tüm gardını indirip, normal bir insana dönüşmesi. Bana dertlerini anlatması, benimle gülmesi, benimle ağlaması… Kendini en savunmasız haliyle sadece bana açması.
Bu fantezideki en güzel şey ne biliyor musunuz? Toplumun “normal” kabul ettiği o steril hayata karşı bir başkaldırı olması. O adam, statüsünü, parasını, sahte mutluluğunu bir kenara bırakıp, kalbinin sesini dinliyor. Ve kalbi onu, herkesin belki de “farklı” göreceği bir sarışın travesti olan bana getiriyor. Bu, aşkın tüm etiketlerin, tüm kalıpların ötesinde bir duygu olduğunun en güzel kanıtı değil mi? Finalde ne mi oluyor? Onu karısından ayırıp kendime mi alıyorum? Yoo, o kadar da değil. Bazen en güzel aşklar, imkansız olanlardır. Önemli olan o anları yaşamak.
Fantezi 3: “Köyden İndim Şehire” – Modern Zamanlar Versiyonu
Bu fantezim biraz daha komedi unsurları içeriyor. Kendimi, Anadolu’nun şirin bir kasabasından İstanbul’a yeni gelmiş, saf ama bir o kadar da akıllı bir sarışın travesti olarak hayal ediyorum. Adım Züleyha olsun, ama İstanbul’da “Jessie” adını kullanıyorum.
Kasabada herkesin dilindeymişim. “Oğlan kendini kız sanıyo” dedikoduları falan. Ben de basmışım gelmişim İstanbul’a, “Görürsünüz siz!” diyerek. İlk geldiğimde tabii şok! O binalar, o kalabalık, o trafik… Gözlerim fal taşı gibi açılmış. Ama ben pes eder miyim? Asla!
Bir kuaförde işe başlıyorum. Oradaki kokoş müşterilerle, dedikoducu çalışanlarla aramdaki diyalogları bir düşünsenize! Onların o yapmacık dünyasına benim o doğal, içten ve biraz da patavatsız halimle dalıyorum.
Mesela bir gün sosyetenin en ünlü isimlerinden biri geliyor. “Ay saçıma sakın dokunma, sadece fön çek, rüzgarda bozulmasın,” diyor. Ben de dayanamayıp patlatıyorum: “Abla o kadar korkuyorsan rüzgardan, kafana poşet geçir istersen, daha garantili olur.” Kadının yüzünü görmeniz lazım! Ama sonra bir bakıyorum, kadın benim bu doğallığıma bayılıyor ve en yakın arkadaşı oluveriyoruz.
Bu fantezide, o kasabalı saflığıyla İstanbul’un karmaşasını bir araya getirmek çok hoşuma gidiyor. İnsanların dış görünüşe, paraya pula ne kadar önem verdiğini görüp onlarla tatlı tatlı dalga geçmek… Ve en sonunda, o “kasabalı” dedikleri kızın, zekası ve samimiyetiyle herkesin kalbini kazanması. Bu, özümüzden kopmadan da ne kadar başarılı olabileceğimizin bir göstergesi. Bir sarışın travesti olarak, geldiğim yeri unutmadan, ama hayallerimin peşinden koşarak İstanbul’u fethediyorum. Ne kadar eğlenceli, değil mi?
Fantezi 4: “Sahne Tozu” – Müzikhol Yıldızı Şule
Işıklar, kamera, motor! Pardon, o filmlerdeydi. Işıklar, müzik, sahne! İşte bu benim fantezim.
Kendimi 80’lerin, 90’ların o şaşalı gazinolarından birinde, assolist olarak hayal ediyorum. Ama öyle sıradan bir assolist değil. Hem sesiyle hem de danslarıyla herkesi büyüleyen, esprileriyle salonu kahkahalara boğan bir sarışın travesti yıldız.
Sahneye çıkmadan önceki o tatlı heyecan… Kuliste son hazırlıklarımı yapıyorum. Tüylü, payetli, göz alıcı kostümüm üzerimde. Makyözüm son rötuşları yapıyor, kuaförüm saçlarımdaki tek bir telin bile yanlış durmasına izin vermiyor. Ve anons yapılıyor: “Ve şimdi karşınızda, sahnelerin kraliçesi, gönüllerin sultanı… Şuuuuuleeee!”
Perde açılıyor, spot ışıkları üzerimde. O an bütün dünya duruyor. Sadece ben ve beni izlemeye gelmiş o yüzlerce insan. İlk şarkıma giriyorum. Sesim bütün salonu dolduruyor. Şarkı aralarında seyircilerle sohbet ediyorum, onlara takılıyorum, fıkralar anlatıyorum. “En önde oturan beyefendi, ne o öyle düşünceli düşünceli bakıyorsunuz? Evdeki hanımı mı düşündünüz yoksa taksitleri mi? Boşverin bu gece hepsini, bu gece Şule’yle eğlenme gecesi!” diyorum, bütün salon gülmekten kırılıyor.
Bu fantezinin en sevdiğim yanı, insanları mutlu etme gücü. Sahnedeyken, insanların dertlerini, tasalarını bir anlığına unutturmak, onların yüzünde bir tebessüm yaratmak… Bu paha biçilmez bir duygu. Özellikle bizim gibi, hayatın her alanında var olma mücadelesi veren insanlar için, sahne bir özgürlük alanı. Orada kimse sizi yargılamaz. Orada sadece sanatınızla, enerjinizle varsınızdır. Ve alkışlar… O alkış sesi, tüm yorgunluğunuzu alan en güzel melodi değil midir? Bir sarışın travesti olarak sahnenin tozunu yutmak ve o tozla parlamak… İşte bu, rüya gibi bir fantezi.
Peki, Bu Fanteziler Bize Ne Anlatıyor?
Canlarım, gördüğünüz gibi benim fantezi dünyam oldukça renkli. Bir gün gizli ajanım, bir gün yasak aşkın kahramanıyım, başka bir gün sahne yıldızıyım. Peki, bütün bu senaryoların ortak noktası ne?
Hepsinin temelinde, güçlü, özgüvenli, sevilen, arzulanan ve kontrol sahibi bir kadın olma isteği yatıyor. Toplumun bize dayattığı rolleri, kalıpları yıkıp, kendi hikayemizin kahramanı olmak istiyoruz. Fanteziler, bizim sığınağımız. Gerçek hayatta söyleyemediklerimizi söylediğimiz, yapamadıklarımızı yaptığımız bir oyun alanı.
Bir sarışın travesti olmak, zaten başlı başına bir ezber bozma eylemi. Bizler, “erkek dediğin şöyle olur, kadın dediğin böyle olur” diyenlere inat, kendi kimliğimizi, kendi rengimizi yaşıyoruz. Fantezilerimiz de bu duruşumuzun bir yansıması. Orada korku yok, ön yargı yok, kısıtlama yok. Sadece olmak istediğimiz kişiyiz.
Unutmayın, fantezi kurmak en doğal hakkımız. Bu, bizim hayal gücümüzün, yaratıcılığımızın bir göstergesi. Bizi hayata bağlayan, bize umut veren küçük kaçamaklar. İster gizli ajan olun, ister sahne yıldızı… Önemli olan o hikayenin başrolünde kendinizi mutlu hissetmeniz.
Sizin fantezileriniz neler? Merak ettim şimdi. Yorumlarda benimle paylaşın, biraz da sizin dünyalarınıza konuk olalım. Kim bilir, belki bir sonraki yazının konusu sizin fantezileriniz olur!
Şimdilik benden bu kadar canlarım. Kendinize iyi bakın, bol bol hayal kurun ve unutmayın; hayat, fantezilerle daha güzel! Öpüyorum hepinizi kocaman

