nişantaşı'nda travesti sokaklarda

Nişantaşı’nda Travesti Olmak: Topuk Tıkırtıları ve Ayrıcalıklı Yan Bakışlar

Nişantaşı! İstanbul’un o meşhur, parıltılı, sanki her köşe başında bir dizi çekimi yapılan, kafelerinden sosyete, kaldırımlarından ise bolca “pardon, bakar mısınız?” seslerinin yükseldiği o büyülü semt. Peki, bu parıltılı dünyanın ortasında, 15 santim topuklular üzerinde, rüzgarda savrulan ipek saçlarınız ve en iddialı mini elbisenizle salınan bir travesti olmak nasıl bir duygu? Kemerlerinizi bağlayın, çünkü size Nişantaşı’nda travesti olmanın en şamatalı, en komik ve en içten halini anlatacağım. Kısacası, topuk seslerimizin Abdi İpekçi Caddesi’nin ritmini nasıl değiştirdiğini göreceğiz.

Bilirsiniz, İstanbul’un her semtinin kendine has bir ruhu, bir dokusu vardır. Beyoğlu’nun kaosu, Kadıköy’ün bohem rahatlığı, Cihangir’in entelektüel (!) havası… Ama Nişantaşı, bambaşka bir gezegen. Burada hava bile sanki daha markalı, kaldırımlar daha bir cilalı. İşte bu cilalı kaldırımlarda yürüyen bir travesti olarak hayat, bazen bir moda defilesi, bazen de gizli kameralı bir şaka programı gibi geçebiliyor. Nişantaşı’nda travesti olmak, bir nevi sanat eseri gibi gezmektir; bakarlar, incelerler, hayran kalırlar, bazen de ne olduğunu anlamaya çalışırlar. Ama asla görmezden gelemezler!

Bölüm 1: Valeden Teyzeye, Nişantaşı’nda “Hoş Geldiniz” Seremonisi

Her şeyden önce şunu bir netleştirelim: Nişantaşı’nda bir mekana adım attığınızda, özellikle de tüm albeninizle ortama giriş yaptığınızda, sizi sıradan bir “hoş geldiniz” karşılamaz. Hayır, hayır. Bu çok daha katmanlı bir deneyimdir. Vale, önce arabanıza değil, size bakar. O bakışta bir anlık şaşkınlık, ardından gelen profesyonel bir gülümseme ve “Buyurun efendim” derkenki o hafif vurgu… Sanki “Vay be, semtimize renk geldi!” der gibidir. Bu, Nişantaşı’nda travesti olmanın ilk küçük ayrıcalığıdır; daha kapıdan girmeden günün yıldızı olursunuz.

İçeri girdiğinizde ise senfoni başlar. Garsonlar anında daha bir dikkatli, daha bir nazik olur. Hani o meşhur, masaya zorla bakan, suratsız garson tripleri var ya? Unutun gitsin. Bizim için o tripler geçerli değil. Belki de bu kadar özenle hazırlanmış, kendine güvenen bir kadını (evet, kadın!) görünce, hizmet sektörünün o meşhur “müşteri velinimetimizdir” mottosunu hatırlıyorlar. “Bir isteğiniz var mı hanımefendi?” sorusu, normalden daha bir içten gelir. Bu anlarda kendimi sanki bir Hollywood yıldızı gibi hissetmiyor değilim. Yan masadaki botokslu teyzelerin fısıltılı analizleri ve meraklı bakışları ise bu filmin en eğlenceli sahneleri.

Elbette bu ilginin dozu her zaman tatlı olmayabiliyor. Bazen o bakışlar, bir tarayıcı gibi sizi baştan aşağı süzer. Ayakkabınızın markasından çantanızın orijinalliğine, makyajınızın kusursuzluğundan saçınızın dalgasına kadar her detay mercek altındadır. Nişantaşı’nın yazılı olmayan kurallarından biri de budur: Değerlendirilirsin. Ama işin komik yanı, bir travesti olarak bu değerlendirmeden genelde tam puanla geçersiniz. Neden mi? Çünkü biz dışarı çıkmadan önce o değerlendirmeyi kendimize binlerce kez yaparız. O fondöten saatlerce yüzde kalacak mı? O topuklularla Arnavut kaldırımlarında düşmeden yürünebilecek mi? Her detay, her açı prova edilmiştir. Amatörlere yer yok canım!

Bölüm 2: “Kız Ayol Bu Gerçek mi?” – Nişantaşı Teyzeleri ve Meraklı Gözler

Gelelim en sevdiğim konuya: Nişantaşı teyzeleri. O muhteşem, kürklü, fötr şapkalı, minik köpeklerini gezdiren, yüzlerinde hem bir bilmişlik hem de bir şaşkınlık ifadesi taşıyan o ikonik kadınlar… Onlarla göz göze geldiğiniz an, zaman durur. Önce bir “Bu kız ne kadar güzel, ne kadar uzun boylu” diye düşünürler. Sonra o düşünce, yavaş yavaş bir soru işaretine dönüşür. Ses tonu, adem elması (tabii varsa ve saklanamamışsa), ellerin büyüklüğü gibi detaylar zihinlerinde hızla taranır. Ve en sonunda, o meşhur, yanındaki arkadaşının kulağına eğilip fısıldadığı o cümle gelir: “Ayol, bu travesti mi?”

Bu anlar paha biçilmezdir. Çünkü o fısıltıyı duyduğunuzda, iki seçeneğiniz vardır: Ya görmezden gelirsiniz ya da en şuh kahkahanızla onlara tatlı bir göz kırparsınız. Ben genelde ikinciyi seçerim. O göz kırpma anı, onların küçük dünyasında bir anlık bir şok dalgası yaratır. Çünkü beklentileri, utanıp sıkılmanız, başınızı öne eğmenizdir. Ama siz onlara özgüveninizle cevap verdiğinizde, tüm ezberleri bozulur. İşte Nişantaşı’da travesti olmak, biraz da bu ezberleri bozmaktır.

Bu teyzelerle yaşanan diyaloglar da cabası. Bir keresinde ünlü bir kafenin önünde arkadaşımı beklerken, yanıma çok şık, 80’lerinde bir hanımefendi yaklaştı. Elinde minicik bir köpek, gözünde kocaman gözlükler… “Affedersiniz hanımefendi,” dedi. “Sizi izliyorum bir süredir, o kadar zarifsiniz ki… Elbiseniz nereden?” İşte o an, anladım ki Nişantaşı’nda estetik, cinsiyetin ötesine geçebiliyor. Ona elbisemi nereden aldığımı söyledim, biraz sohbet ettik. Giderken, “Sizin gibi güzel kadınlar bu semte çok yakışıyor,” dedi. İşte bu, bütün o fısıltıları, bütün o meraklı bakışları unutturan bir andı. Çünkü günün sonunda, güzellik ve zarafet evrensel bir dildir. Ve biz bu dili çok iyi konuşuruz.

Bölüm 3: Kaldırımda Defile: Topuklu Ayakkabıların En Büyük Düşmanı Arnavut Kaldırımı

Nişantaşı’nda travesti olarak yürümenin kendine has bir matematiği vardır. Bu, düz bir yolda yürümeye benzemez. Burası, her an ayağınızın burkulma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunuz, topuklu ayakkabıların en büyük imtihanı olan Arnavut kaldırımlarıyla doludur. Abdi İpekçi’de o mağazaların vitrinlerine bakarak salına salına yürürken, bir yandan da gözünüz yerdeki o minik tuzaklarda olmalıdır. Bir anlık dalgınlık, o meşhur “küt” sesi ve bir kraliçenin yere kapaklanmasıyla sonuçlanabilir.

Bu yüzden biz, Nişantaşı’nda yürüyen travestiler, birer cambazızdır aslında. Denge bizim göbek adımızdır. Her adım hesaplı, her duruş planlıdır. Yürüyüşümüz bile farklıdır. Daha dikkatli, daha ritmik… Sanki podyumda yürüyor gibi. Zaten Nişantaşı sokakları da bir nevi podyum değil midir? Herkes en şık haliyle oradadır ve herkes birbirini süzer. Biz sadece bu podyumun en uzun, en dikkat çekici ve en cesur mankenleriyiz.

Bir keresinde, yağmurlu bir günde, o kaygan taşlarda yürümeye çalışırken az kalsın yere yapışıyordum. Tam o sırada yanımdan geçen bir adam, koluma girerek beni kurtardı. “Dikkat edin hanımefendi, bu havalarda bu kaldırımlar çok tehlikeli,” dedi. Ona teşekkür edip yoluma devam ederken düşündüm: Belki de bu kaldırımlar, hayatın kendisi gibi. Bazen kaygan, bazen engebeli. Ama önemli olan, düştüğünde ya da düşme tehlikesi atlattığında bile zarafetini kaybetmeden, gülümseyerek yoluna devam edebilmektir. Ve evet, belki bir dahaki sefere daha kalın topuklu bir ayakkabı giymektir!

Bölüm 4: “Abla Bir Fotoğraf Çekilebilir miyiz?” – Şöhretin Getirdiği Tatlı Yükler

Nişantaşı’nın bir diğer özelliği de turistlerin ve gençlerin uğrak noktası olmasıdır. İşte bu durum, biz travestiler için bambaşka bir kapı aralar: beklenmedik şöhret! Özellikle akşam saatlerinde, ışıkların altında parıldarken, yanınıza çekinerek yaklaşan bir grup gençle karşılaşmanız an meselesidir. “Abla, kusura bakma rahatsız ediyoruz ama… çok güzelsin, bir fotoğraf çekilebilir miyiz?”

Bu anlar, egonuzu en tatlı şekilde okşayan anlardır. Düşünsenize, saatlerce ayna karşısında hazırlanmışsınız, en güzel kıyafetinizi giymişsiniz ve birileri gelip bu emeği takdir ediyor. Tabii ki çekiliriz! En güzel pozumuzu verir, onlarla şakalaşırız. Bu, sadece bir fotoğraf çekilmek değildir. Bu, aynı zamanda bir kabul görme, bir takdir edilme anıdır. O gençler için belki de ilk defa bir travestiyle bu kadar yakından ve pozitif bir etkileşim kurma fırsatıdır. Bu, önyargıların yıkıldığı, insan olmanın ortak paydasında buluşulduğu kısacık ama değerli bir andır.

Tabii bazen işin dozu kaçabiliyor. Özellikle Arap turistlerin yoğun ilgisi, bazen yorucu olabiliyor. Onlar için o kadar egzotik, o kadar farklıyız ki, bazen kendimizi bir müze eseri gibi hissedebiliyoruz. Uzaktan gizli gizli fotoğraf çekenler, yanınıza gelip Arapça bir şeyler söylemeye çalışanlar… Bu durumlarda sabırlı olmak ve gülümsemeyi eksik etmemek gerekiyor. Sonuçta, Nişantaşı’nda travesti olmak, biraz da turizme katkıda bulunmaktır, değil mi ama? Belki de Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir teşekkür plaketi almalıyız!

Sonuç: Nişantaşı’nda Travesti Olmak Bir Ayrıcalık mıdır?

Peki, tüm bu anlattıklarımdan sonra gelelim asıl soruya. Tüm bu şamata, bu ilgi, bu komik anlar… Nişantaşı’nda travesti olmak bir ayrıcalık mıdır?

Cevabım hem evet hem de hayır.

Evet, bir ayrıcalıktır. Çünkü İstanbul’un en lüks, en “elit” semtinde, kimliğinle, varoluşunla dimdik ayakta durabilmek ve bunu bir şova dönüştürebilmek bir güç gösterisidir. Bakışları üzerine çekmek, fısıltılara gülümseyerek karşılık vermek, önyargıları zarafetinle kırmak… Bunlar, her gün yeniden kazandığımız küçük zaferlerdir. Garsonun sana daha nazik davranması, valenin daha saygılı olması, insanların dönüp bir daha bakması… Bunlar, seni “diğerlerinden” ayıran, seni özel kılan küçük ayrıntılardır.

Ama aynı zamanda bir ayrıcalık değildir. Çünkü bu ilginin temelinde hala bir “farklılık” yatıyor. Hala “normalin” dışında bir yerde konumlandırılıyoruz. O bakışların altında yatan merak, çoğu zaman “anlamlandırma” çabasından kaynaklanıyor. Biz, o pırıltılı dünyanın içinde bir anomaliyiz ve bu anomali ilgi çekiyor. Keşke bir gün, Nişantaşı’nda yürüyen bir travesti, sadece şık bir kadın olarak algılansa ve kimse dönüp ikinci kez bakma gereği duymasa… İşte o gün, gerçek ayrıcalığa kavuşmuş olacağız.

Ama o gün gelene kadar, biz bu podyumda yürümeye devam edeceğiz. Topuk seslerimizle Arnavut kaldırımlarına ritim katacak, kahkahalarımızla en snob kafeleri çınlatacak, varlığımızla en koyu önyargılara meydan okuyacağız. Çünkü Nişantaşı’nda travesti olmak, sadece bir kimlik meselesi değil, aynı zamanda bir duruş meselesidir. Cesur, zarif, komik ve her zaman kendin olmak demektir.

Ve unutmayın, eğer bir gün Abdi İpekçi’de yürürken yanınızdan geçen uzun boylu, muhteşem bir kadının topuk sesleri size de bir anlık neşe verirse, bilin ki o bizden biridir. Ona gülümsemekten çekinmeyin. Çünkü o gülümseme, en pahalı mücevherden bile daha değerlidir.

Scroll to Top