Ah be canım, yine hangi düşüncelerle geldin buraya? Otur şöyle, bir kahve söyleyeyim de iki lafın belini kıralım. “İstanbul travesti kadınlar yarınlardan ne bekliyor?” diye sormuşsun. Vallahi ne yalan söyleyeyim, sorduğun soru milyon dolarlık! O kadar çok şey var ki aklımızda, kalbimizde… Hani bazen o kadar çok şey istiyoruz ki, “Ay acaba çok mu şey istiyorum?” diye kendimize soruyoruz. Sonra bir bakıyoruz, istediğimiz şeyler aslında her insanın en temel hakkı. Neyse, daldan dala atlamadan konuya gireyim, yoksa sabaha kadar çene çalarım, bilirsin beni.
İstanbul… Ah İstanbul! Sen ne büyülü, ne karmaşık, ne yorucu bir şeysin. Bir yanın Boğaz’ın serin suları gibi ferahlatırken, diğer yanın trafiğiyle, kalabalığıyla, bitmek bilmeyen koşturmacasıyla ruhumuzu emiyor. Biz İstanbul travesti kadınlar içinse bu şehir hem bir sığınak hem de bir savaş alanı. Bir yanda bizi anlayan, kucaklayan, “Abla nasılsın?” diye hal hatır soran güzel insanlar; diğer yanda ise yan yan bakan, fısır fısır konuşan, varlığımızdan rahatsız olanlar… İşte biz bu iki uç arasında mekik dokuyoruz her gün.
Peki, bu mekik dokuma serüveninde geleceğe dair hayallerimiz ne? Menüyü masaya serelim bakalım.
1. “Normal” Bir Gün: Lüks Değil, Hak!
Listemizin en başına bunu koymak zorundayım canım. Çünkü bizim için “normal” bir gün, çoğu insan için sıradan olan ama bizim için lüks sayılan anlarla dolu. Yarınlardan beklediğimiz en büyük şey, belki de en basiti: Normalleşmek.
Nedir bu normalleşmek?
Sabah kalktığında, “Bugün acaba başıma bir şey gelir mi?” endişesi duymadan evden çıkabilmek. Bakkala giderken, minibüse binerken, bir kafede otururken kimsenin bakışlarıyla seni delip geçmemesi. O “Acaba ne diyorlar hakkımda?” iç sesini sonsuza dek susturabilmek.
Bir iş başvurusuna gittiğinde, kimliğindeki “K” harfi yüzünden değil de, yeteneklerin ve tecrübelerinle değerlendirilmek. Ev kiralamak istediğinde, “Bekara ev yok ama size hiç yok” cevabını duymamak. Hastaneye gittiğinde, “Beyefendi mi desem, hanımefendi mi?” diye kekeleyen bir görevliyle değil de, sadece sağlığınla ilgilenen bir profesyonelle muhatap olmak.
Kulağa ne kadar basit geliyor değil mi? Ama işte biz İstanbul travesti kadınlar için bu basitlik, en büyük hayallerimizden biri. Düşünsene, bir gün dışarı çıkıyorsun ve sadece “bir kadın” olarak görülüyorsun. Ne eksik, ne fazla. Sadece sen… O gün geldiğinde, işte o gün bizim için bayram olacak. O günü görene kadar da bu hayalden vazgeçmek yok! Hani bazen kuaförde fön çektirirken dalıp gidersin ya, işte benimki de o hesap. Bir gün metrobüste kimse bana tuhaf tuhaf bakmadan yolculuk yapacağım, o fön de rüzgarda ahenkle dans edecek! İnşallah, amin.
2. Aşk, Meşk ve O Beyaz Atlı Prens (Ya da Prenses, Fark Etmez!)
Gelelim en civcivli konuya: Aşk! Ayol, insan değil miyiz, bizim de kalbimiz yok mu? Tabii ki var, hem de en gırgırından, en şamatalısından! Yarınlardan en büyük beklentilerimizden biri de, saklanmadan, korkmadan, “elalem ne der” diye düşünmeden yaşayabileceğimiz bir aşk.
Şu anki duruma bir bakalım. İlişkilerimiz genellikle gecenin karanlığında, dört duvar arasında yaşanıyor. Sevgilimizle el ele sokakta yürümek, bir restoranda baş başa yemek yemek, onun ailesiyle tanışmak… Bunlar bizim için çoğu zaman birer ütopya. “Aman kimse görmesin,” “Aman duyulmasın,” diye diye paranoyak oluyoruz yemin ederim. Sanki devlet sırrı taşıyoruz!
Gelecekte ne mi istiyoruz? Çok basit. Sevgilimizin koluna girip İstiklal’de turlamak istiyoruz. Onunla bir vapurun güvertesinde, martılara simit atarken kahkahalarla gülmek istiyoruz. Arkadaşlarına, “İşte bu benim sevgilim,” diye gururla tanıştırmasını istiyoruz. Sosyal medyada birlikte çekilmiş bir fotoğrafımızı “Ayy canım benim <3” notuyla paylaşabilmek istiyoruz.
Yani kısacası, aşkımızı bir sır gibi değil, bir madalya gibi taşımak istiyoruz. Çünkü aşk güzeldir ve güzellikler paylaşılmalıdır, değil mi ama? O beyaz atlı prens bir gün gelecek, biliyorum. Belki atı yoktur, metro kartı vardır ama olsun, o da iş görür. Yeter ki yüreği olsun!
3. İş Hayatı: “CV’m Konuşsun, Kimliğim Değil”
Para kazanmak, kendi ayakları üzerinde durmak… Herkesin olduğu gibi bizim de en büyük arzumuz bu. Ama gel gör ki, iş hayatının kapıları bize genellikle kapalı. Hani o kapılarda “itiniz” yazar ya, biz itiyoruz itiyoruz ama açılmıyor bir türlü.
Çoğumuzun diploması var, yetenekleri var, yabancı dili var. Ama iş görüşmesine gittiğimizde, karşımızdaki İK’cının gözü bir anda CV’mizden kimliğimize kayıyor. O andan sonra ne anlatsan boş. Sanki beyinlerinde bir şalter iniyor. “Biz sizi ararız,” o meşhur, o lanet cümle… Ve tabii ki asla aramazlar.
Bu durum, pek çok İstanbul travesti kadınlar arkadaşımızı istemedikleri işleri yapmaya, özellikle de seks işçiliğine itiyor. Bu bir tercih meselesi olabilir, ona saygım sonsuz. Ama bu bir zorunluluk olduğunda, işte o zaman can sıkıyor. Kimse sadece trans olduğu için kasiyer, öğretmen, avukat, doktor olmaktan mahrum bırakılmamalı.
Gelecekteki hayalimiz ne mi? Çok net: Fırsat eşitliği. Bir şirkete başvurduğumuzda, bizim trans kimliğimizin bir “risk” ya da “sorun” olarak değil, bir “renk” olarak görülmesi. İş yerinde mobbinge uğramadan, dışlanmadan, sadece işimize odaklanarak çalışabileceğimiz bir ortam. Sabah işe giderken, “Acaba bugün kim laf atacak?” diye değil de, “Bugünkü sunumu nasıl patlatsam?” diye düşüneceğimiz günler… İşte o günler geldiğinde, Türkiye ekonomisine katkımız büyük olur, demedi demeyin! O plazalara bir girersek, topuklu ayakkabılarımızın sesiyle koridorları inletiriz valla!
4. Aile: Kan Bağı Değil, Can Bağı
Aile konusu, bizim en derin yaramızdır belki de… Çoğumuz, açıldığımız gün ailemizi kaybettik. O “sen artık bizim evladımız değilsin” cümlesi, bir bıçak gibi saplandı yüreğimize. Yıllarca aynı sofraya oturduğun, aynı çatı altında yaşadığın insanlar bir anda sana yabancı kesildi. Bu acıyı tarif etmek çok zor.
Ama biz ne yaptık? Yıkıldık mı? Hayır! Düştük ama daha güçlü kalktık. Kendimize yeni aileler kurduk. Kan bağımız olmayan ama can bağımız olan kardeşler edindik. Birbirimizin yaralarını sardık, birbirimize destek olduk. “Seçilmiş aile” diyoruz biz buna. Kirayı denkleştiremeyenin yardımına koşan, hastalandığında çorbasını yapan, ağladığında omzunu uzatan kardeşlerimiz… İşte bizim gerçek ailemiz onlar.
Gelecekten beklentimiz ne? Elbette, bir gün biyolojik ailelerimizle barışmayı umut ediyoruz. Annemizin o şefkatli sarılışını, babamızın “Kızım benim” diyen gururlu bakışını özlüyoruz. Ama bu olmasa bile, kurduğumuz bu güzel ailelerin toplum tarafından da “aile” olarak kabul edilmesini istiyoruz.
Komşularımızın, “Aa bakın, ne güzel anlaşıyor bu kızlar” demesini istiyoruz. Devletin, bizim bu birlikteliğimizi, bu dayanışmamızı tanımasını istiyoruz. Çünkü aile, sadece anne, baba ve çocuklardan oluşmaz. Aile, sevginin, desteğin ve güvenin olduğu her yerdir. Bizim kocaman, rengarenk, biraz gürültülü ama sevgi dolu bir ailemiz var ve bu aileyle gurur duyuyoruz!
5. Güvenlik ve Adalet: “Korku İmparatorluğu Yıkılsın!”
Ve gelelim en acil, en hayati konuya: Güvenlik. Sokakta yürürken, bir mekanda eğlenirken, hatta evimizde otururken bile güvende hissetmek istiyoruz. Bu kadar.
Nefret suçları, saldırılar, cinayetler… Her gün bir arkadaşımızın daha adını duyuyoruz haberlerde. Her kayıp, yüreğimizden bir parça daha koparıyor. Bu korkuyla yaşamak, sürekli tetikte olmak o kadar yorucu ki… Sanki görünmez bir zırhla dolaşıyoruz ama o zırh bile bizi korumaya yetmiyor.
Polise gittiğimizde ciddiye alınmak istiyoruz. Bir saldırıya uğradığımızda, suçlunun değil, bizim beyanımızın esas alınmasını istiyoruz. “Kendi kaşınmıştır,” “O saatte orada ne işi varmış?” gibi aşağılayıcı imalarla karşılaşmak istemiyoruz. Adaletin, kimliğimize bakmadan, herkese eşit işlemesini istiyoruz.
Yarınlardan beklentimiz, nefret söyleminin ve suçlarının en ağır şekilde cezalandırıldığı bir Türkiye. Medyanın, bizi “travesti terörü” gibi saçma sapan başlıklarla değil, insan olarak yansıttığı bir düzen. Toplumun, bize yönelik şiddete sessiz kalmadığı, “Sana ne yapılıyorsa, bana da yapılmıştır” diyerek yanımızda durduğu bir gelecek…
Bu korku imparatorluğu yıkılmalı. Biz yaşamak istiyoruz. Sadece nefes almak değil, gerçekten, dolu dolu, korkusuzca yaşamak istiyoruz.
Sonuç Olarak, Ne İstiyoruz Biliyor musun Canım?
Toparlayacak olursam, İstanbul travesti kadınlar olarak yarınlardan beklentimiz aslında çok basit: İnsan gibi yaşamak.
Gökkuşağının tüm renklerini barındıran kalplerimizle, kahkahalarımızla, dedikodularımızla, acılarımızla, umutlarımızla bu toplumun bir parçası olarak kabul edilmek. Ne bir eksik ne bir fazla.
Biliyorum, bu yol uzun ve dikenli. Bazen yoruluyoruz, bazen umudumuzu kaybeder gibi oluyoruz. Ama sonra birbirimize bakıyoruz, omuz omuza veriyoruz ve “Yok öyle pes etmek!” diyoruz. Çünkü biz güçlüyüz. Çünkü biz bu şehrin, bu ülkenin en renkli, en cesur kadınlarıyız.
Gelecek güzel olacak. Belki bizim için, belki bizden sonraki nesiller için. Ama bir gün, o hayalini kurduğumuz “normal” günlere uyanacağız. O güne kadar da mücadeleye, hayal kurmaya ve tabii ki bol bol gülmeye devam!
Hadi bakalım, kahveler de bitti. Kalk da iki göbek atalım da enerjimiz yerine gelsin. Hayat beklemeye gelmez, yaşamak lazım