Her şey o ilk topuklu ayakkabının yere değdiği an başlar aslında. Tık, tık, tık… O ses sadece bir yürüyüş sesi değil, aynı zamanda “Ben geldim, pisti boşaltın!” demektir. İstanbul’un o kendine has kaosu içinde, Beyoğlu’nun arka sokaklarından Şişli’nin ışıltılı caddelerine kadar uzanan bir efsane vardır: En güzel travesti kim? Bu soru, öyle basit bir soru değil kızlar. Bu, tarihin tozlu sayfalarından günümüzün Instagram filtrelerine kadar uzanan, uğruna nice saçların (takma olanlar dahil) feda edildiği, nice rimellerin aktığı devasa bir rekabetin öyküsü.
Peki, nedir bu rekabetin aslı astarı? Sadece hokka gibi bir burun, dolgun dudaklar ya da Brezilya’dan ithal edilmiş gibi duran kalçalar mı? Yoksa mesele, o bakışı attığında karşındaki adamın (veya kadının) nefesini kesmek mi? Gelin, bir kahve (ya da tercihen buzlu bir kokteyl) alın, arkanıza yaslanın. Çünkü bu yazıda, o parıltılı dünyanın perde arkasını, kahkahalar ve biraz da dedikodu eşliğinde masaya yatırıyoruz. Hazırsanız, başlıyoruz!
Kolay İçerik
Güzellik Yarışı: Podyumda Değil, Hayatın Tam Ortasında
Dışarıdan bakıldığında her şey çok kolay görünür. “Ay ne güzel olmuşsun şekerim,” diyen teyzelerden, yolda geçerken kafasını çevirip bir daha bakanlara kadar herkes sonucu görür. Ama o sürecin arkasında yatan emeği kimse bilmez. En güzel travesti olma iddiası, aslında bir yaşam biçimidir. Sabahın köründe kalkıp o cildi neme doyurmakla başlar, gece yatmadan önce yapılan bilmem kaç aşamalı temizlikle biter.
Eskiden, yani bizim ablalarımızın zamanında, işler biraz daha “manuel” yürürdü. O zamanlar YouTube tutorial’ları yoktu, TikTok’ta “bunu da deneyin” diyen fenomenler yoktu. Güzellik sırları, kulislerde fısıltıyla aktarılırdı. “Şekerim o fondöteni süngerle değil, parmağının ucuyla yedireceksin ki doğal dursun,” diyen bir ablanın sözü, kanun hükmündeydi. Şimdiyse rekabet dijitalleşti. Artık sadece sokakta değil, ekranlarda da en güzel olmak zorundasın.
Ama şunu unutmayın: Rekabet dediğimiz şey, aslında biraz da kendinle olan bir savaştır. Aynaya baktığında gördüğün kadını sevmek, onu her gün yeniden yaratmak… İşte asıl mesele bu. Yoksa yan masadaki Ayşe’nin saçı senden daha sarıymış, Fatma’nın kirpikleri daha uzunmuş, kime ne? (Tamam, biraz kıskanabiliriz ama çaktırmadan!)
Estetik Dünyası ve “Doğal” Görünme Sanatı
Gelelim işin en civcivli kısmına: Estetik. Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, hangimizin telefon rehberinde en az iki tane estetik cerrahın numarası yok? En güzel travesti olmak için bazen doğanın bize verdiklerine ufak dokunuşlar yapmak gerekebilir. Ama burada ince bir çizgi var. O çizgi de “dokunuş” ile “inşaat” arasındaki farktır.
Rekabetin en kızıştığı nokta burası. Kimisi “Ben tamamen doğalın, sadece burnumda deviasyon vardı,” derken, kimisi göğsünü gere gere “Doktorum sağ olsun, beni yeniden yarattı,” der. İkisi de kabulümüz! Amaç sonuçta o aynaya baktığında kendini prenses gibi hissetmek değil mi?
Bir anımı anlatayım size. Geçenlerde bir arkadaşımla Nişantaşı’nda oturuyoruz. Arkadaşım, adını vermeyelim (hadi verelim, Melis olsun), yeni dudak dolgusu yaptırmış. Ama öyle böyle değil, dudaklar odaya bizden önce giriyor. Garson çocuk geldi, sipariş alacak, çocuğun gözü Melis’in dudaklarında kaldı. Melis de sanıyor ki çocuk güzelliğinden etkilendi. “Nasıl ama?” dedi bana fısıltıyla, “Çocuk bitti bana.” Dedim ki, “Aşkım çocuk bitmedi, çocuk dudaklarının patlamasından korkuyor.” Gülmekten siparişi veremedik. İşte rekabet bazen insanı bu hallere sokabiliyor. Önemli olan dozunu kaçırmadan, kendi yüzüne yakışanı bulmak. Yoksa hepimiz birbirimizin kopyası gibi gezersek, nerede kaldı o orijinallik?
Kulis Savaşları: Kimin Elbisesi Daha Parlak?
Eğer bir şov dünyasındaysanız ya da sadece İstanbul gece hayatının tozunu attırmayı seviyorsanız, kıyafet seçimi bir ölüm kalım meselesidir. En güzel travesti olmak demek, sadece yüz güzelliği değil, aynı zamanda o vücudu en iyi taşıyacak parçaları bulmak demektir.
Burada “pişti olma” korkusu, en büyük fobimizdir. Düşünsenize, günler öncesinden o harika payetli elbiseyi bulmuşsunuz, kuaförde saatler harcamışsınız, takside “Aman elbisem kırışmasın” diye heykel gibi oturmuşsunuz… Mekana bir giriyorsunuz, o da ne? Karşı masadaki “o” kişi, aynı elbisenin kırmızısını giymiş! İşte o an, soğuk savaşın başladığı andır.
Bu rekabetin en tatlı yanı, aslında birbirimizi daha iyiye zorluyor olmamız. “O ne giymiş bakayım? Hımm, fena değil ama ben haftaya daha iyisini giyerim,” düşüncesi, modayı takip etmemizi, kendimize bakmamızı sağlıyor. Bir nevi motivasyon kaynağı yani. Amaç, kimseyi ezmek değil (tamam, bazen birazcık olabilir), amaç parlamak. Herkes kendi ışığını yansıttığında, ortam disko topuna dönüyor zaten, fena mı?
Saç ve Makyaj: Savaş Boyalarımızı Sürelim
Makyaj, bizim için sadece boyanmak değil, bir ritüeldir. Yüzümüz, bizim tuvalimiz. En güzel travesti olma yolunda en büyük silahımız, o fırçalar ve paletlerdir. Kontür tekniğini Michelangelo görse, “Ben bu kadar detay bilmiyordum,” derdi eminim.
Rekabet burada teknik bilgiye dönüşüyor. Kimin eyeliner’ı daha keskin? Kimin aydınlatıcısı uzaydan bile görünüyor? Eskiden “fazla makyaj” diye bir şey vardı, şimdi “baking” yapmadan bakkala gitmiyoruz. Ama işin şakası bir yana, makyajın gücü yadsınamaz. Bize o özgüveni veren, modumuzu yükselten bir terapi seansı gibi.
Bir gün kulisteyiz, herkes aynanın karşısına dizilmiş. Yanımdaki arkadaşım, takma kirpiğini yapıştırmaya çalışıyor ama bir türlü tutmuyor. En sonunda sinirlendi, kirpiği aynaya fırlattı. “İstemiyorum ya, doğal halimle çıkacağım!” dedi. Hepimiz donduk kaldık. Beş saniye sonra “Şaka yaptım kız, uzat şu yapıştırıcıyı,” dedi. Hepimiz kahkahayı bastık. İşte o anlarda anlıyorsunuz ki, bu rekabet aslında bizi birbirimize bağlayan bir şey. Aynı dertlerden muzdaribiz, aynı rimel akması korkusunu yaşıyoruz, aynı topuk acısını çekiyoruz.
Ruh Güzelliği: En Büyük Kozumuz
Tamam, dış görünüş önemli, estetikler harika, kıyafetler şahane. Ama en güzel travesti kimdir biliyor musunuz? Ağzı laf yapan, girdiği ortamı neşelendiren, zekasıyla karşısındakini mat eden kadındır. Güzellik bir yere kadar, ama o “aura” dediğimiz şey var ya, işte o baki.
İstanbul’da bu camiada ayakta kalmak, sadece güzel olmakla olmuyor. Çelik gibi bir sinir sistemine, zehir gibi bir zekaya ve kocaman bir kalbe sahip olmanız lazım. Rekabetin en büyüğü aslında karakterde yaşanıyor. Kim daha eğlenceli? Kim daha iyi sır tutar? Kimin masasında oturmak daha keyifli?
En güzel kadın, kendini en çok seven kadındır. Kendini sevmek, o rekabetin getirdiği stresi de azaltır. “Ben buyum ve böyle çok güzelim,” diyebildiğiniz an, tacı kafanıza takmışsınız demektir. İnsanlar o enerjiyi alıyor. Sadece dış görünüşüne odaklananlar bir süre sonra sıkıcılaşabilir ama enerjisi yüksek, esprili ve kendisiyle barışık biri her zaman zirveye oynar.
Sosyal Medya Fenomenliği: Like’lar ve Gerçekler
Günümüzde en güzel travesti olma rekabeti, Instagram ve TikTok’a taşındı. Artık podyumumuz telefon ekranları. Filtreler, açılar, ışıklar… Hepsi birer strateji. “Filtresiz asla” diyenler de var, “Bugün doğal günümdeyim” deyip Paris filtresi basanlar da.
Sosyal medyada gördüğümüz o kusursuz hayatlar, aslında hepimizin bildiği gibi biraz kurgu. Ama bu kurguyu en iyi yöneten kazanıyor. Takipçi sayıları, beğeniler, yorumlar… Bunlar modern zamanın puan tablosu gibi. “Ay kızlar, DM kutum patladı” cümlesi, bir statü belirtisi artık.
Ama burada dikkat edilmesi gereken bir tuzak var. Sanal dünyadaki rekabete kapılıp gerçek hayatı kaçırmamak lazım. Ekranda harika görünen biri, gerçek hayatta mutsuz olabilir. Ya da tam tersi, sosyal medyası çok sönük olan biri, gerçek hayatta fırtınalar estirebilir. Önemli olan dengeyi kurmak. Hem o like’ları almak hem de telefonu kenara koyup dostlarınla o kahkahayı atabilmek.
İstanbul’un En Güzeli Olmak Ne Demek?
İstanbul… Bu şehir başlı başına bir diva zaten. Onun sokaklarında yürümek, onun enerjisine ayak uydurmak her babayiğidin (pardon, her anayiğidin) harcı değil. İstanbul’da en güzel travesti olmak, bu şehrin ruhunu taşımak demektir.
Bir gün Taksim’de yürürken, bir gün Kadıköy’de kahve içerken, başka bir gün Bebek’te turlarken… Her semtin ayrı bir raconu, ayrı bir tarzı var. En güzel olmak, bukalemun gibi her ortama uyum sağlayıp yine de kendi imzanı atabilmektir.
Bu rekabetin kazananı yok aslında. Ya da şöyle diyelim, hepimiz kazananıyız. Çünkü bu kadar zorluğun, bu kadar önyargının olduğu bir dünyada, başımız dik, topuklarımız sağlam bir şekilde “Ben buradayım!” diyebiliyorsak, zaten en güzeliz demektir. Güzellik sadece yüzde değil, o dik duruşta, o cesarettedir.
Kardeşlik ve Dayanışma: Rekabetin Panzehiri
Yazının başından beri rekabetten bahsediyoruz ama işin aslı, bizi biz yapan şey dayanışmadır. Birimizin saçı bozulduğunda diğerinin hemen el atması, birimiz üzüldüğünde diğerinin “Kalk kız, gidip dağıtıyoruz!” demesi… Bu camianın en güzel yanı budur.
En güzel travesti unvanı elden ele dolaşır. Bugün sensin, yarın benim, öbür gün o. Ama dostluk bakidir. Birbirimizin en büyük rakibi gibi görünsek de, aslında en büyük destekçisiyiz. Çünkü bizi bizden başka kimse bu kadar iyi anlayamaz. O yüzden rekabeti tatlı bir oyun gibi görüp, günün sonunda birbirimize sarılmayı bilmeliyiz.
Tacı Kime Verelim?
Toparlayacak olursak kızlar, en güzel travesti olma rekabeti bitmez. Bu dünya döndükçe, o rujlar sürülecek, o saçlar yapılacak ve o podyumlarda (sokaklarda) yürünecek. Ama unutmayın, en güzel aksesuarınız gülüşünüzdür.
Kimse sizden daha iyi olamaz, çünkü sizden bir tane daha yok. Kendinizi başkalarıyla kıyaslayıp modunuzu düşürmeyin. Siz kendi hikayenizin başrolüsünüz. Bırakın başkaları figüran olsun.
Güzellik yarışında ipi kim göğüsler bilinmez ama en çok eğlenen, en çok gülen ve kendini en çok seven kesinlikle kazanır. Hadi şimdi gidin, en güzel kıyafetinizi giyin, o muhteşem makyajınızı yapın ve İstanbul sokaklarına “Güzellik görsün gözünüz!” diyerek çıkın.
Çünkü bu şehir sizin, bu hayat sizin ve evet, en güzel sizsiniz!
Tacı size veriyorum, düşürmeyin sakın! Öptüm kocaman!

