Selam canlarım, ballarım! Bugün klavyemin başına oturdum ve hepimizin aklını kurcalayan, bazen filmlerde görüp “Aman tanrım, ne kadar havalı!” dediğimiz, bazen de “Acaba gerçekten öyle mi?” diye merak ettiğimiz o meşhur konuyu masaya yatırıyorum: Avrupa travesti dünyası! Evet, yanlış duymadınız. O meşhur Berlin sokaklarından Paris’in şık kafelerine, Amsterdam’ın o rengarenk kanallarından Madrid’in ateşli gecelerine uzanıyoruz. Bakalım oralarda bizimgiller, yani travesti kızlar nasıl yaşıyor, ne yiyor, ne içiyor, en önemlisi de bizim buralardaki gibi “Ayol o peruk sana hiç olmamış!” dedikoduları dönüyor mu?
Hazırsanız çayınızı, kahvenizi alın, arkanıza yaslanın. Çünkü bu yazı bol kahkahalı, birazcık dedikodulu ve bolca “Aaa, demek öyleymiş!” anıyla dolu olacak. İstanbul’un o keşmekeşinden çıkıp Avrupa’nın göbeğine bir bilet kesiyoruz. Ama merak etmeyin, dönüşte yine buralardayız, sonuçta bizim de kalbimiz pır pır atıyor bu şehre.
Önyargı Bavulunu Kenara Bırak: Avrupa Travesti Olmak Ne Demek?
Şimdi dürüst olalım. Türkiye’de travesti olmak, her gün Everest’e tırmanmak gibi bir şey. Sabah evden çıkarken hangi bakışla karşılaşacağını, hangi lafı duyacağını bilemezsin. Ama Avrupa’da durum biraz daha farklı, en azından kağıt üzerinde. Hani o meşhur “bireysel özgürlükler” ve “insan hakları” var ya, işte onlar oralarda biraz daha ciddiye alınıyor gibi.
Bir Avrupa travesti kızı, sabah uyandığında kimliğini saklama gereği duymadan markete gidebilir. Elbette bu, her köşe başında gökkuşağı bayraklarıyla karşılandığı anlamına gelmiyor. Aptal her yerde aptaldır, bunu unutmayalım. Ama genel olarak toplum, bir bireyin kendini nasıl tanımladığına ve nasıl göründüğüne daha az karışıyor. “Sana ne kardeşim?” kültürü, bizim “Ayol o ne giymiş öyle?” kültürümüze göre daha yaygın.
Düşünsenize, iş başvurusu yapıyorsunuz ve sırf kimliğiniz yüzünden elenme ihtimaliniz çok daha düşük. Veya bir kafede otururken yan masadakilerin fısır fısır sizin hakkınızda konuştuğunu duymak yerine, kendi dedikodularına daldıklarını görüyorsunuz. Bu bile başlı başına bir lüks değil mi? Berlin’de yaşayan bir arkadaşım anlatmıştı, ilk taşındığında en çok şaşırdığı şey bu olmuş. “Kızım,” dedi, “Burada insanlar o kadar kendi halinde ki, bazen ‘Acaba görünmez mi oldum?’ diye kendimi çimdikliyorum. Meğer normali buymuş!” Bu “görünmezlik” aslında saygının ta kendisi. Kimse seni rahatsız etmiyor, kimse hayatına burnunu sokmuyor. Sadece var oluyorsun ve bu yeterli.
Elbette bu pembe tablo her şehir için geçerli değil. Doğu Avrupa’ya gittikçe işlerin rengi biraz değişebiliyor, daha muhafazakar yapılar karşınıza çıkabiliyor. Ama genel olarak Batı ve Kuzey Avrupa’da durum, bizim alıştığımızdan çok daha nefes alınabilir bir seviyede.
İş Hayatı: Sadece Sahne Değil, Ofis de Bizim!
Türkiye’de travesti denince akla hemen gece hayatı, sahne ve eğlence sektörü geliyor. Elbette bu işi yapan ve harikalar yaratan birçok arkadaşımız var. Ancak Avrupa’da bu yelpaze çok daha geniş. Bir Avrupa travesti kadını, sabah 9 akşam 5 bir ofis çalışanı, bir yazılımcı, bir avukat, bir öğretmen veya bir barista olabilir.
Amsterdam’da bir şirkette grafiker olarak çalışan bir başka tanıdığım, işe başladığı ilk gün yaşadığı komik bir anıyı paylaşmıştı. Toplantı odasına girmiş, herkes ciddi ciddi sunumları inceliyormuş. O da en şık haliyle, topukluları ve harika makyajıyla içeri süzülmüş. Bir anlık sessizlik olmuş ve bizimki içinden “Eyvah, şimdi başlayacaklar” diye geçirmiş. Ama o da ne? Patronu dönüp sadece “Ah, nihayet geldin! Kahve ister misin?” demiş. İşte o an anlamış ki, orada önemli olan işini ne kadar iyi yaptığın. Nasıl göründüğün, kimliğini nasıl yaşadığın tamamen sana ait bir detay.
Bu durum, ekonomik özgürlük açısından da devrim niteliğinde. Sadece belirli bir sektöre sıkışıp kalmak yerine, yeteneklerin ve eğitimin doğrultusunda her kapıyı çalabilme imkanına sahip olmak… Bu, bir insanın kendine olan güvenini ve hayata tutunma gücünü inanılmaz derecede artırıyor. Elbette yine ayrımcılık vakaları olmuyor değil, ama yasal haklar ve toplumsal baskının azlığı, bu ayrımcılıkla mücadele etmeyi daha kolay kılıyor. Sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve yasalar arkanızda duruyor. Yani “Sen travestisin, seni işe alamam” diyen birine “Hop bakalım, o işler öyle kolay değil!” deme şansınız çok daha yüksek.
Aşk, Meşk ve O Malum Konular: Avrupa’da Flört Etmek
Gelelim en civcivli konuya! Aşk hayatı! Bizim buralarda malum, flört dünyası mayın tarlası gibi. Kimliğin yüzünden “gizli gizli” görüşmek isteyenler mi dersin, “arkadaşlarım görmesin” diye seni arka sokaklara davet edenler mi… Liste uzar gider. Peki, Avrupa travesti dünyasında durum ne alemde?
Öncelikle, tanışma platformları ve uygulamalar çok daha açık ve dürüst bir zeminde işliyor. Profiline kimliğini açıkça yazdığında, sana gelen mesajlar da bu durumu bilerek ve kabul ederek geliyor. “Sürpriz” yaşama veya birini “kandırma” gibi saçma sapan suçlamalarla karşılaşma ihtimalin azalıyor. İnsanlar ne aradığını ve kiminle tanışmak istediğini daha net biliyor.
Paris’te yaşayan bir arkadaşım, “Burada bir erkekle buluştuğumda, konu benim travesti olmam değil, ortak zevklerimizin olup olmadığı oluyor” demişti. “En son gittiğimiz sanat galerisini mi beğendik, bir sonraki seyahati nereye planlayalım, hangi filmi izleyelim… Konular bunlar. Kimliğim bir sohbet konusu değil, benim bir parçam ve bu baştan kabul edilmiş oluyor.”
Bu, elbette her ilişkinin toz pembe olduğu anlamına gelmiyor. İnsan doğası her yerde aynı. Kalp kıranlar, hayal kırıklığına uğratanlar orada da var. Ama en azından oyunun kuralları daha adil. Kimliğini bir sır gibi saklamak zorunda kalmadan, olduğun gibi biriyle tanışıp bir ilişkiye başlama olasılığı çok daha yüksek. Gündüz gözüyle el ele tutuşup bir parkta yürüyebilmek, bir restoranda romantik bir akşam yemeği yiyebilmek… Bunlar bizler için ne kadar büyük lüksler, değil mi? İşte Avrupa travesti kızları için bunlar, hayatın normal akışı.
Güzellik ve Moda: Herkes Kendi Podyumunun Yıldızı
Ah, o güzellik ve moda meselesi! Bizim için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya gerek yok. Peruklar, makyajlar, topuklular, en şık elbiseler… Peki Avrupa’da bu işler nasıl yürüyor?
Orada “tek tip güzellik” anlayışı büyük ölçüde kırılmış durumda. Türkiye’de bazen hepimiz birbirimize benzemeye çalışırız ya hani, belirli bir kalıp vardır ve ona uymayan “Ay ne kadar rüküş!” damgası yer. Avrupa’da ise durum tam tersi. Ne kadar özgün, ne kadar “sen” olursan, o kadar takdir topluyorsun.
Berlin’in Kreuzberg semtinde yürürken gotik tarzda bir travesti görebilirsiniz, hemen yanında pespembe, Barbie gibi bir başkası olabilir. Biraz ileride ise daha bohem, salaş bir tarzı benimsemiş bir kızla karşılaşırsınız. Ve kimse kimseye “O saç rengi ne öyle?” veya “O elbiseyle o ayakkabı olmuş mu?” demez. Tam tersi, herkes birbirinin tarzından ilham alır.
Bu özgürlük, insanın yaratıcılığını da tetikliyor. Kendini ifade etmenin bin bir yolunu buluyorsun. Makyaj bir zorunluluk değil, bir sanat haline geliyor. Giyim, başkalarına kendini beğendirme aracı değil, kendi ruh halini yansıtmanın bir yolu oluyor. Marka takıntısı da bizimki kadar yoğun değil. Önemli olan pahalı bir çanta takmak değil, ikinci el dükkanından bulduğun eşsiz bir parçayı kendi tarzınla nasıl birleştirdiğin. Bu da işin en eğlenceli kısmı!
Sağlık Sistemi: Hormonlar ve Ötesi
Bu konu biraz daha ciddi ama bir o kadar da hayati. Türkiye’de hormon tedavisi ve cinsiyet uyum süreci hem bürokratik hem de toplumsal olarak oldukça zorlu. Doğru doktoru bulmak, ilaçlara erişmek, psikolojik destek almak… Her adım bir mücadele.
Avrupa’da ise sağlık sistemi bu konuda çok daha organize ve erişilebilir. Özellikle Hollanda, Almanya, İspanya gibi ülkelerde cinsiyet uyum süreci devlet tarafından tanınan ve sağlık sigortası kapsamında desteklenen bir süreç. Bir Avrupa travesti kadını, bu sürece başlamak istediğinde karşısında bir yol haritası buluyor. Psikologlar, endokrinologlar ve cerrahlardan oluşan uzman ekipler, sürecin her aşamasında destek oluyor.
Bu, sadece fiziksel bir değişim değil, aynı zamanda ruhsal bir rahatlama da demek. Sürekli olarak sistemle savaşmak zorunda kalmamak, sağlığının emin ellerde olduğunu bilmek, bu zorlu yolculuğu çok daha katlanılır kılıyor. Elbette bekleme süreleri, bürokratik işlemler orada da var. Ama en azından sürecin kendisi bir tabu değil. Hastaneye gittiğinizde size uzaylı gibi bakmıyorlar. Dosyanız, prosedürler, her şey belli bir düzen içinde işliyor. Bu da bir birey olarak ne kadar değerli olduğunuzu hissettiren önemli bir faktör.
Gökkuşağının Her Rengi Güzeldir
Peki, bunca anlattıktan sonra ne diyeceğiz? Avrupa’ya bilet alıp hemen taşınmalı mıyız? Hayır, mesele bu değil. Her yerin kendine göre zorlukları, kendine göre güzellikleri var. Önemli olan, farklı dünyaların varlığını bilmek, oradaki iyi örneklerden ilham almak ve kendi yaşadığımız yerde neleri daha iyi yapabileceğimizi düşünmek.
Bir Avrupa travesti kızının hayatı, filmlerdeki gibi tamamen sorunsuz ve masalsı olmayabilir. Ama daha fazla saygı gördükleri, daha fazla fırsata sahip oldukları ve kimliklerini daha özgürce yaşayabildikleri bir gerçek. Onların hikayeleri, bize umut veriyor. Bize, daha iyi bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor.
Unutmayın canlarım, ister İstanbul’un en işlek caddesinde yürüyelim, ister Amsterdam’ın sakin bir sokağında… Bizler varız ve değerliyiz. Güzelliğimiz, gücümüz ve kahkahalarımızla bu dünyayı daha renkli bir yer haline getiriyoruz. Belki bir gün biz de burada, kendi şehrimizde, işe giderken kimsenin dönüp bakmadığı, bir kafede otururken fısıltıların duyulmadığı, aşkı özgürce yaşayabildiğimiz günleri görürüz. O güne kadar, birbirimize destek olmaya, birbirimizden güç almaya ve en önemlisi, kahkahalarımızla dünyayı inletmeye devam!
Unutmayın, her birimiz kendi hikayemizin starıyız. Ve bu starlar, her sahnede parlamayı hak ediyor! Öpüldünüz

