Sibel ben, namıdiğer bu şehrin en tatlı belası. Bugün klavyenin başına oturdum ve dedim ki, “Yeter artık Sibel, dök içini!” Hani bazen olur ya, içiniz içinize sığmaz, anlatacak o kadar çok şey birikir ki, nereden başlayacağınızı bilemezsiniz. İşte ben de tam o moddayım. Konumuz ne mi? Ah, o en sevdiğim, en afili konu: İstanbul’un göbeğinde, yirmili yaşlarının baharında bir genç travesti olarak hayatta kalma, ayakta durma ve arada bir kahkahalarla yeri göğü inletme sanatı.
Hazırsanız çayınızı, kahvenizi alın. Çünkü sizi hem güldürecek, hem düşündürecek hem de “Aaa, Sibel aynı ben!” dedirtecek bir yolculuğa çıkarıyorum. Kemerlerinizi bağlayın, çünkü bu hikayede bolca topuklu ayakkabı tıkırtısı, rimel akması ve asla pes etmeyen bir ruh var.
Metropolde Bir Çiçek: Genç Travesti Olmanın ABC’si
Her şeyden önce şu “genç travesti” etiketini bir masaya yatıralım. Kulağa havalı geliyor, değil mi? Sanki bir süper kahraman unvanı gibi. Aslında bir bakıma öyleyiz de. Düşünsenize, her gün kim olduğunuzu yeniden ve yeniden kanıtlamak zorunda olduğunuz bir dünyada, kendi gerçeğinizle parıl parıl parlamak az şey mi? Genç olmak başlı başına bir dertken, bir de üstüne travesti kimliğinin getirdiği binbir türlü macera eklenince, hayat tam bir Amerikan filmi tadında yaşanıyor. Ama korku filmi değil, daha çok romantik komedi. Hatta bazen absürt komediye kaçtığı da oluyor.
Mesela geçen gün markete gittim. Altımda en sevdiğim kot şortum, üstümde salaş bir tişört, saçlarımı da şöyle bir toplamışım. Yani “mahallemizin kızı” modundayım. Kasiyer çocuk, ürünleri geçirirken bir yandan da bana bakıp duruyor. “Allah Allah,” dedim içimden, “kesin bir şeye benzetti.” Tam poşetleri alıp gidecekken, “Abla bir şey sorabilir miyim?” dedi. “Buyur canım,” dedim en tatlı sesimle. Çocuk eğildi, fısıldayarak, “Abla sen o dizideki kıza ne çok benziyorsun, adını unuttum şimdi,” demez mi! Hangi dizi, hangi kız derken anladık ki, beni bir pembe dizinin kötü karakterine benzetmiş. Orada bir kahkaha patlattım ki, marketteki herkes bize döndü. İşte genç travesti olmanın böyle komik anları var. Bazen en olmadık yerde, en olmadık benzetmelerle gününüz şenlenebiliyor.
Topuklularla Hayata Tutunmak: İlk Adımlar ve İlk Düşüşler
Kimliğimi ilk fark ettiğim anları dün gibi hatırlıyorum. O zamanlar “travesti” kelimesinin anlamını bile tam bilmiyordum. Sadece içimde bir sesin, aynadaki yansımamla sürekli kavga ettiğini hissediyordum. Ruhum rengarenk bir kelebek gibi kanat çırpmak isterken, bedenim ona dar gelen bir koza gibiydi. Bu kozayı yırtıp çıkmak, o ilk adımı atmak inanın hiç kolay olmadı.
İlk topuklu ayakkabımı gizlice aldığımı hatırlıyorum. Annemin ayakkabılarından birini aşırıp odamda gizli gizli yürüme provaları yapardım. O ilk adımlardaki heyecan, o dengeyi bulma çabası… Tıpkı hayattaki ilk adımlarım gibiydi. Yalpaladım, düştüm, bileğimi burktum ama asla vazgeçmedim. Çünkü biliyordum ki o topuklular sadece bir ayakkabı değil, benim özgürlüğe attığım adımların simgesiydi.
İlk makyaj denemem ise tam bir felaketti. Eyeliner’ı göz kapağımın neresine çekeceğimi bilemeyip kaşıma kadar uzatmıştım. Ruj, dişlerime bulaşmış, palyaçoya dönmüştüm. Aynaya baktığımda gördüğüm o komik surat, aslında ne kadar acemi olduğumu ama bir o kadar da istekli olduğumu gösteriyordu. Zamanla öğrendim. YouTube’dan videolar izledim, arkadaşlarımdan tüyolar aldım. Şimdi mi? Gözü kapalı kedi gözü eyeliner çekerim, o kadar söylüyorum! Bu süreç, makyaj yapmayı öğrenmekten çok daha fazlasıydı. Kendi yüzümü, kendi hatlarımı tanımak, kendimi nasıl daha iyi hissedeceğimi keşfetmekti. Bir genç travesti için makyaj, sadece bir güzelleşme aracı değil, aynı zamanda bir ifade biçimi, bir sanat ve bazen de bir zırhtır.
Aşk, Dostluk ve Taksim Meydanı: Sosyal Hayatın İnişleri Çıkışları
Gelelim en civcivli konuya: Aşk ve ilişkiler! Ah canlarım ah… Bu konuda bir roman yazarım ama şimdilik özet geçeceğim. İstanbul’da genç bir travesti olarak flört etmek, mayınlı tarlada yürümeye benziyor. Bir yandan size hayranlıkla bakan, “ne kadar güzelsin, ne kadar özelsin” diyenler var. Diğer yandan ise sizi sadece bir fantezi objesi olarak gören, kimliğinize saygı duymayan tiplerle de karşılaşıyorsunuz.
İnternet tanışma uygulamaları ise ayrı bir alem. Profilinize “Trans” yazdığınız an gelen mesajların haddi hesabı yok. Ama bunların yüzde kaçı gerçekten sizi tanımak istiyor, orası meçhul. “Çok merak ediyorum”, “İlk deneyimim olacak” gibi cümlelerden gına geldi artık. Kardeşim, ben turistik bir mekan mıyım, merak ediyorsun? Ben de herkes gibi sevmeye, sevilmeye, değer görmeye ihtiyacı olan bir insanım. Neyse ki bu güruhun içinde, gerçekten kalbiyle bakan, ruhunuzu gören insanlar da çıkıyor. İşte o zaman anlıyorsunuz ki, doğru kişiyi bulmak zor olsa da imkansız değil. Önemli olan, kendi değerini bilmek ve sizi aşağı çeken, sadece bedeninize odaklanan kişilere “hadi canım başka kapıya” diyebilmek.
Dostluklar ise bu yolculuktaki en büyük hazinem. Özellikle benim gibi, sizinle aynı yollardan geçmiş, aynı zorlukları yaşamış can dostlarınız varsa sırtınız asla yere gelmez. Birbirimizin makyaj malzemelerini paylaşmaktan tutun da, gece yarısı gelen “moralim bozuk” telefonlarına koşmaya kadar… Bizim dostluğumuz başkadır. Birbirimizin hem terapisti, hem stil danışmanı, hem de en büyük destekçisiyiz. Kötü bir günün ardından bir araya gelip kahve içmek, dertleşmek, kahkahalarla ağlanacak halimize gülmek… İşte bu, paha biçilemez bir duygu. Eğer bu yolda yalnız olduğunuzu hissediyorsanız, bilin ki değilsiniz. Sizin gibi hisseden, sizin gibi yaşayan binlerce kalp var. Yeter ki o kalpleri bulmak için bir adım atın.
İş Hayatında Genç Travesti Olmak: Cam Tavanlar ve Kırılan Ön Yargılar
Peki, Sibel sadece gezip tozuyor mu? Tabi ki hayır. Ekmeğimizi taştan çıkarıyoruz canım, o kadar da değil! İş hayatı, bir genç travesti için en zorlu arenalardan biri. Ön yargılar, ayrımcılık, “ama siz nasıl çalışırsınız ki?” bakışları… Sanki trans olunca beyin fonksiyonlarımız duruyor, yeteneklerimiz buharlaşıyor.
Birçok iş görüşmesinden sadece kimliğim yüzünden reddedildiğimi biliyorum. Telefonda harika geçen bir ön görüşmenin ardından, yüz yüze toplantıya gittiğimde suratların nasıl değiştiğini görmek, inanın çok yaralayıcı. Ama ben ne yaptım? Yılmadım. Kendi yeteneklerime, kendi bilgime güvendim. Gerekirse on işe başvurdum, on birincide kendime inanan, kimliğime değil, yeteneğime bakan bir yer buldum.
Şu an bir moda atölyesinde stil danışmanlığı yapıyorum. Renkleri, kumaşları, insanları giydirmeyi çok seviyorum. İşimde o kadar iyiyim ki, başta bana mesafeli yaklaşanlar bile şimdi “Sibel’ciğim bir bakar mısın, bu buna olmuş mu?” diye kapımı çalıyor. Bu, benim için en büyük zafer. Ön yargıları, çalışkanlığınızla, başarınızla ve en önemlisi kendinize olan inancınızla kırabilirsiniz. Evet, yolumuz daha uzun. Evet, hala birçok sektörde görünmez duvarlar var. Ama biz o duvarları tuğla tuğla, topuklu seslerimizle titreterek yıkacağız, bundan hiç şüphem yok.
Aileyle İlişkiler: Fırtınalı Denizlerden Sakin Limanlara
Aile konusu, birçoğumuzun en hassas noktası. Benim hikayem de güllük gülistanlık başlamadı. Aileme ilk açıldığımda, evde kıyamet koptu desem yeridir. Anlayamadılar, kabullenemediler. Korktular. “Elalem ne der?” korkusu, size olan sevgilerinin önüne bir perde çekti. O dönem çok yalnız hissettim, çok ağladım. Evden ayrılmak zorunda kaldım.
Ama zaman, en iyi ilaçtır derler ya, gerçekten öyle. Onlardan uzakta kendi ayaklarımın üzerinde durduğumu, mutlu olduğumu, kendime yepyeni bir hayat kurduğumu gördükçe, yavaş yavaş yumuşadılar. Annem, bir gün gizlice sosyal medya hesabımı bulmuş. Fotoğraflarıma, yazdıklarıma bakmış. Bir akşam beni aradı, sesi titriyordu. “Kızım,” dedi, “sen böyle çok mutlusun, değil mi?” O an anladım ki, o perde aralanmıştı.
Şimdi mi? Annem en büyük destekçim. Arada bir arar, “Akşam ne yedin, üstünü sıkı giyin,” diye nasihatler verir. Babam hala biraz mesafeli ama en azından artık benimle konuşuyor. Bu süreçte öğrendiğim en önemli şey şu oldu: Aileler de zamana ihtiyaç duyar. Onların dünyası, bizimki kadar hızlı değişmiyor. Sabırlı olmak, sevginizden vazgeçmemek ama kendi sınırlarınızı da korumak çok önemli. Onlar sizi anlamıyor diye kendiniz olmaktan vazgeçmeyin. Siz mutlu oldukça, siz kendinizle barıştıkça, onların da sizi anlaması ve kabul etmesi kolaylaşacaktır. Herkesin hikayesi farklı, biliyorum. Ama umut her zaman var, bunu unutmayın.
Parıldamaktan Korkma!
Klavyenin tuşları aşındı, çayım buz gibi oldu ama içimi bir güzel döktüm. İstanbul’da genç travesti olarak yaşamak, işte böyle bir serüven. Her günü ayrı bir macera, her anı ayrı bir ders. Bazen kahkahalarla güldüren, bazen gizli gizli ağlatan ama her daim size “iyi ki varım, iyi ki buyum” dedirten bir yolculuk.
Eğer sen de bu yolculuğun başındaysan, eğer sen de kendini yalnız ve kaybolmuş hissediyorsan, sana tek bir şey söylemek istiyorum: Yalnız değilsin. Ve en önemlisi, parıldamaktan asla korkma. Bırak renklerin aksın, bırak kahkahan duyulsun, bırak topuklu ayakkabılarının sesi sokaklarda yankılansın. Çünkü sen busun ve sen bu halinle çok güzelsin.
Unutma, hayat bize sunulan bir senaryo değil, bizim yazdığımız bir hikaye. Kalem de senin elinde, silgi de. Kendi hikayenin kahramanı olmaktan çekinme. Düşersen kalkarsın, ağlarsan silersin gözyaşını. Yeter ki yürümekten, kendin olmaktan vazgeçme.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hepinizi kocaman öpüyorum! Işıltınızla kalın

