Ah, 2000’ler… Cep telefonlarının yılan oyunuyla hayatımıza yeni yeni girdiği, internetin “dıııııt dıııt” sesleriyle bağlandığı, kot pantolonların belinin yerlerde süründüğü o acayip yıllar. İstanbul desen, bugünkünden bambaşka bir masal diyarı. Her köşesi ayrı bir film seti, her sokağı ayrı bir senaryo. İşte bu senaryonun en renkli, en afilli, en “gel de içme” dedirten sahnelerinden biri de Fındıkzade’de yazılıyordu. Ve bu sahnenin başrolünde, adı geçtiğinde tebessümle karışık bir saygı uyandıran efsanevi bir isim vardı: Fındıkzade travesti Berrak.
Şimdi kemerlerinizi bağlayın, çünkü sizi zaman makinesine atıp 2000’lerin başına, Fındıkzade’nin o hareketli, biraz tekinsiz ama bir o kadar da samimi gecelerine götürüyorum. O zamanlar Fındıkzade, bugünkü gibi metrobüs durağına koşan beyaz yakalıların ya da kahve zincirlerinin istilasına uğramış bir yer değildi. Burası, gecenin nabzının attığı, hayatın tüm renklerinin, hatta bazen fazla kaçmış fosforlu tonlarının bile bir arada olduğu bir yerdi. Kimi için bir geçiş güzergahı, kimi için bir yuva, kimi içinse macera dolu bir keşif alanıydı.
Bu keşif alanının en göz alıcı mücevheri ise kuşkusuz Berrak’tı. Berrak sadece bir isim değildi; o, Fındıkzade gecelerinin parolası, neşesi, bazen de tatlı sert ablasıydı. Onun olduğu köşe, sanki görünmez bir spot ışığıyla aydınlatılırdı. Uzun bacakları, her daim bakımlı saçları ve attığı kahkahasıyla kilometrelerce öteden “Ben buradayım şekerim!” der gibiydi. Ama Berrak’ı efsane yapan sadece güzelliği değildi. Onu özel kılan, o dönemin tüm zorluklarına rağmen dimdik duran, zekası ve espri yeteneğiyle herkesi kendine hayran bırakan o eşsiz karakteriydi.
Berrak Sahnede: Bir Fındıkzade Klasiği
Berrak ile bir şekilde yolu kesişmiş olanlar bilir; onunla sohbet etmek, tek kişilik bir stand-up gösterisi izlemek gibiydi. Lafı öyle bir evirir çevirir, öyle bir yerden gol atardı ki, karşısındaki neye uğradığını şaşırırdı. Yanına yaklaşan acemi delikanlılara “Annenizin gönderdiği harçlıklarla mı caka satıyorsunuz bakayım?” diye takılır, kendini bir şey sanan kabadayı bozuntularına “O tesbihi kendine kolye yap istersen, daha çok yakışır” diyerek postayı koyardı. Onun bu hazırcevaplığı, aslında bir savunma mekanizmasıydı. O yıllarda sokakta var olmak, özellikle bir travesti için, her an tetikte olmayı gerektiriyordu. Berrak, bu savaşı kılıçla kalkanla değil, zekası ve diliyle veriyordu. Ve inanın bana, o dil en keskin kılıçtan bile daha etkiliydi.
Onunla ilgili anlatılan o kadar çok şehir efsanesi var ki… Bir keresinde, sürekli kendisine laf atan bir minibüs şoförüne bir sonraki geçişinde elinde bir demet çiçekle beklemesi ve “Geçen gün kalbimi kırdın şoför bey, al bu çiçekler barışma çiçeğimiz olsun” diyerek tüm durağı kahkahaya boğduğu söylenir. Başka bir rivayete göre, gece yarısı devriye gezen polis ekibine “Memur bey, bu saatte ayaktasınız, yorulmuşsunuzdur. Bir çayımı içmez misiniz?” diyerek onları bile yumuşatmayı başarmıştır. Bu hikayelerin ne kadarı doğru, ne kadarı abartı bilinmez. Ama bilinen bir şey var ki, Fındıkzade travesti Berrak denince akla sadece bir sokak köşesi değil, cesaret ve neşeyle örülmüş bir yaşam mücadelesi geliyordu.
O, sadece kendi gibi olanların değil, o mahallenin esnafının, taksicisinin, hatta gecenin yalnızlarının bile bir nevi sırdaşı, dert ortağıydı. Bazen bir taksi durağında şoförlerle çay içerken, bazen de açık bir börekçide sabahın ilk ışıklarıyla kahvaltı yaparken görebilirdiniz onu. İnsanları dinler, akıl verir, kendi hayat tecrübelerinden süzdüğü bilgelikle onlara yol gösterirdi. Bu yüzden sevilirdi, bu yüzden sayılırdı. Çünkü Berrak, dış görünüşünün ardında kocaman bir kalp taşıyan, mahallenin “abla”sıydı.
Zaman Tünelinde Fındıkzade: 2000’lerin Ruhu
Peki, Berrak’ı ve onun gibi nicelerini barındıran o dönemin Fındıkzade’si nasıl bir yerdi? Gözünüzde canlandırın: Henüz her köşe başında AVM’lerin bitmediği, insanların birbirine daha çok selam verdiği bir İstanbul. Fındıkzade, Vatan Caddesi’nin heybetiyle Haseki Hastanesi’nin telaşı arasında sıkışmış gibi görünen ama aslında kendi içinde devasa bir dünya barındıran bir semtti. Gündüzleri memurların, öğrencilerin, esnafın koşturduğu sıradan bir yerken, güneş battığında bambaşka bir kimliğe bürünürdü.
Geceleri, Fındıkzade’nin ana caddeleri ve ara sokakları, hayatın farklı yüzleriyle dolup taşardı. Bir yanda pavyonların yanıp sönen neon ışıkları, bir yanda 24 saat açık çorbacıların buğulu camları… Havada kesif bir parfüm, egzoz dumanı ve taze demlenmiş çay kokusu birbirine karışırdı. Bu kakofoninin içinde, travestiler gecenin en dikkat çekici figürleriydi. Onlar, Fındıkzade’nin gece manzarasının ayrılmaz bir parçası, adeta semtin renk paletinin en canlı tonlarıydı.
O dönemler, bugünkü gibi sosyal medyanın olmadığı, insanların sanal kimliklerin arkasına saklanmadığı yıllardı. Her şey daha gerçek, daha yüz yüzeydi. İlişkiler de, kavgalar da, dostluklar da… Bu yüzden Berrak gibi karakterler bu kadar öne çıkabiliyordu. Çünkü onların varlığı, sosyal medya profillerinden değil, sokaktaki duruşlarından, kurdukları gerçek ilişkilerden ve bıraktıkları anılardan besleniyordu. Fındıkzade travesti Berrak ve arkadaşları, o dönemin dijital olmayan “influencer”larıydı belki de. Onların modası, konuşma tarzı, takındıkları tavır, kendi küçük çevrelerinde bir akım yaratırdı.
Bu dönem aynı zamanda büyük bir değişim ve dönüşümün de başlangıcıydı. İstanbul, yavaş yavaş bugünkü mega-kente evriliyordu. Kentsel dönüşüm projeleri fısıltı gazetesiyle yayılıyor, yeni yollar, yeni binalar semtlerin dokusunu değiştirmeye başlıyordu. Fındıkzade de bu değişimden nasibini alıyordu. Giderek “aile” yaşantısına daha uygun bir yer haline getirilmeye çalışılıyor, gecenin renkli karakterleri yavaş yavaş semtten uzaklaştırılıyordu. O eski, biraz salaş ama samimi mekanlar birer birer kapanıyor, yerlerini daha steril, daha kurumsal işletmeler alıyordu. 2000’lerin ortalarına gelindiğinde, Fındıkzade’nin o meşhur gece hayatı da eski canlılığını kaybetmeye başlamıştı.
Nostaljinin Ardındaki Gerçek: Bir Varoluş Mücadelesi
Şimdi bu satırları okurken belki yüzünüzde bir tebessüm beliriyor, “Ne günlerdi be!” diyorsunuz. Evet, esprili bir dille anlatıyoruz ama madalyonun bir de diğer yüzü var. O yıllar, travesti bireyler için hayatın hiç de kolay olmadığı zamanlardı. Toplumsal baskı, aileden dışlanma, şiddet riski ve sürekli bir ötekileştirilme… Berrak ve onun gibi binlercesi, sadece var olabilmek için her gün bir savaş veriyordu.
Berrak’ın o meşhur kahkahaları, aslında çoğu zaman içindeki acıyı, korkuyu ve yalnızlığı gizleyen bir perdedeydi. O hazırcevaplığı, kendini korumak için geliştirdiği bir kalkandı. Attığı her adımda, söylediği her sözde, hem kendini hem de kader arkadaşlarını savunma içgüdüsü vardı. O, sadece kendisi için değil, tüm “lubunya”lar için ayakta duruyordu. Onun dik duruşu, kendisinden sonra gelenlere, korkmamaları gerektiğini, seslerini çıkarabileceklerini fısıldayan bir ilham kaynağı oldu.
Bugün LGBTQ+ hakları konusunda eskiye göre çok daha fazla konuşabiliyor, tartışabiliyorsak; bunda Berrak gibi isimsiz kahramanların o tekinsiz sokaklarda verdikleri mücadelenin payı büyüktür. Onlar, en zor zamanlarda, en görünmez oldukları düşünülen yerlerde bile kimliklerini korkusuzca sahiplenerek bugünün yolunu açan öncülerdi. Fındıkzade travesti Berrak hakkında konuşurken, onu sadece renkli bir magazin figürü olarak değil, aynı zamanda cesur bir aktivist, bir direniş sembolü olarak da anmak gerekir.
2000’lerin sonlarına doğru Fındıkzade’nin çehresi tamamen değişti. O eski hareketli geceler, yerini daha sakin, daha tekdüze bir akışa bıraktı. Berrak ve diğerleri, İstanbul’un farklı köşelerine, belki de farklı hayatlara dağıldılar. Kimileri bu mücadelede yoruldu, kimileri yeni başlangıçlar yaptı, kimileri ise ne yazık ki aramızdan ayrıldı. Berrak’a ne olduğunu, şimdi nerede olduğunu tam olarak bilen yok. Belki Ege’de küçük bir sahil kasabasında her şeyden uzak bir hayat sürüyor, belki de bambaşka bir kimlikle, bambaşka bir şehirde yaşamına devam ediyordur.
Ama nerede olursa olsun, Fındıkzade’nin hafızasında bıraktığı iz silinmez. O, sadece bir semtin değil, bir dönemin ruhunu yansıtan canlı bir anıttır.
Hatırlamak ve Anlamak
Bugün Fındıkzade’nin sokaklarında yürürken, o eski günlerden pek bir iz bulamazsınız. Her şey daha düzenli, daha modern, belki de daha “sıkıcı”. Ama gözlerinizi kapatıp bir anlığına 2000’lerin başına dönerseniz, kaldırımlardan gelen topuk seslerini, geceye karışan kahkahaları ve bir köşeden size laf atan o neşeli sesi duyabilirsiniz: “Nereye böyle yakışıklı, hayatın anlamını mı arıyorsun?”
İşte Fındıkzade travesti Berrak, hayatın anlamını sorgulatan, güldürürken düşündüren, o karmaşık ama bir o kadar da gerçek dönemin ta kendisiydi. Onu ve onun gibileri hatırlamak, sadece bir nostalji yolculuğu değil, aynı zamanda İstanbul’un ve Türkiye’nin sosyal tarihinin önemli bir parçasına saygı duruşudur. O renkli, cesur ve asla unutulmayacak ruhların anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Onlar sayesinde bugün bazı şeyler daha kolay, bazı yollar daha aydınlık.
Fındıkzade artık eskisi gibi olmayabilir, ama Berrak’ın ruhu, o sokaklarda dolaşmaya devam ediyor. Belki bir gece yarısı, Haseki’nin acil servis kapısında, bir yakınına çorba götüren birinin gözlerinde onun pırıltısını yakalarsınız, kim bilir? İstanbul sürprizlerle doludur, tıpkı Berrak gibi…

