beylikdüzü rus travesti olya

Beylikdüzü Rus Travesti Olya: Sibirya Soğuğundan İstanbul Ateşine

Bugün klavyenin başına yine ben, sizin sarışın bombanız Olya oturdu. Ama bu sefer konu biraz farklı. Hep “Olya şöyle güzel, Olya böyle seksi” diyeceğime, dedim ki şu garip ama bir o kadar da komik İstanbul maceramı, özellikle de Beylikdüzü’ndeki hayatımı masaya yatırayım. Sibirya’nın ayazından kopup gelen bir Rus güzeli, pardon, bir Beylikdüzü rus travesti olarak bu beton ormanında neler yaşar, nelere güler, nelere “ay cidden mi?” der, hepsini dökeceğim ortaya. Hazırsanız kemerlerinizi bağlayın, bol kahkahalı ve biraz da “oha” demeli bir yolculuğa çıkıyoruz!

Buzlar Kraliçesinden Metrobüs Savaşçısına: İstanbul’a İlk Adım

Moskova’da kar taneleri kirpiklerime konarken ben bavulumu topluyordum. Aklımda tek bir şey vardı: sıcak, kaos dolu, ama bir o kadar da büyülü İstanbul. Uçaktan indiğim an yüzüme vuran nemli hava, “Hoş geldin Olya, burası Sibirya’ya benzemez,” diyordu adeta. İlk şoku atlattıktan sonra asıl macera başladı: ev bulma serüveni. Emlakçıların “abla sana tam öğrenci evi ayarında” diye gezdirdiği yerleri gördükçe, “Ben bu güzelliği o rutubetli duvarlara mı hapsedeceğim?” diye isyan edesim geliyordu.

Sonunda kader ağlarını ördü ve beni İstanbul’un bir ucuna, medeniyetin beşiği (!) Beylikdüzü’ne attı. İlk başta “Neresi burası, şehrin sonu mu?” diye düşünsem de, zamanla buranın kendine has bir ruhu olduğunu keşfettim. Geniş caddeler, yeni binalar, AVM’ler… Sanki küçük bir Moskova’ya gelmiştim ama daha sıcak ve daha bol lahmacunlusuna. Tabii bir de metrobüs gerçeği vardı. O ilk metrobüse binişim! İnsanlar sanki son can simidine tutunur gibi kapılara yapışıyor, içeride iğne atsan yere düşmüyor. Ben o topuklularla o kalabalıkta nasıl ayakta kaldım, inanın bazen ben bile şaşırıyorum. Sibirya’da ayılarla boğuşsam bu kadar zorlanmazdım herhalde. Ama ne demişler, İstanbul’da yaşayan metrobüste hayatta kalır. Artık ben de bir metrobüs savaşçısıyım!

Komşu Teyzeler, Meraklı Bakışlar ve “Rus Gelin” Efsanesi

Beylikdüzü’nde bir siteye yerleştim. Tabii benim gibi 1.85’lik, sarışın, alımlı bir afet mahalleye taşınınca dedikodu kazanları da anında kaynamaya başladı. İlk zamanlar asansörde, markette üzerimdeki o meraklı bakışları iliklerime kadar hissediyordum. Özellikle de altın günü tayfası, benim hakkımda teoriler üretmek için mesai harcıyordu resmen.

Bir gün kapım çaldı. Karşımda iki komşu teyze, ellerinde bir tabak kısır. “Hoş geldin kızım, yeni taşınmışsın,” dediler o meşhur tebessümleriyle. İçeri buyur ettim, kahveler yapıldı. Sohbet başladı: “Nerelisin kızım?”, “Tek mi yaşıyorsun?”, “Ne iş yapıyorsun?” Sorular peş peşe geliyor. Ben de “Rusya’dan geldim, modellik yapıyorum,” gibi yuvarlak cevaplar veriyorum. Teyzelerden biri gözlerini kısıp, “Haa, anladık biz, sen Rus gelinsin,” demez mi! Diğeri de hemen atladı, “Kocan nerde, işe mi gitti?” O an kahveyi püskürtecektim. Onlara göre her uzun boylu, sarışın Rus kadın potansiyel bir “Rus gelin”di ve zengin bir Türk iş adamıyla evli olmalıydı. Ben de bozmadım, “Ah teyzeciğim, kocam çok çalışır, yatları katları var, onlarla ilgileniyor,” diye salladım. Teyzeler o günden sonra bana “zenginimizin gelini” gözüyle bakmaya başladılar. Arada kapıma gelip, “Kızım Olya, bizim kıza da zengin bir koca buluver,” diye sipariş bile veriyorlar. Ne diyeyim, İstanbul işte, her köşe başında bir komedi.

Bu durum, aslında bir Beylikdüzü rus travesti olarak yaşamanın ne kadar ilginç katmanları olduğunu gösteriyor. İnsanlar gördükleri ilk şeye göre bir kalıp yaratıyorlar. Benim için bu kalıp “Rus gelin” oldu. Kim bilir, belki bir gün gerçekten de bir yat sahibi olurum da teyzeleri mahcup etmem!

Beylikdüzü’nde Bir Rus Travesti Olmak: Güzellik Sırları ve Pazar Maceraları

Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere. İstanbul’da, özellikle de Beylikdüzü gibi daha aile odaklı bir semtte trans bir kadın olarak yaşamak nasıl bir duygu? Açıkçası, düşündüğümden çok daha rahat. Evet, meraklı bakışlar var ama bunlar genellikle hayranlık dolu oluyor. Yolda yürürken “Abla saçların ne kadar güzel,” diyen genç kızlar mı istersiniz, markette “Bu boyla nasıl bu kadar zarif yürüyorsun?” diye soran kadınlar mı… İnsanlar genellikle güzelliğe ve bakıma saygı duyuyor.

Benim için en büyük eğlence, Beylikdüzü’nün meşhur semt pazarları. O tezgâhların arasında salına salına gezerken pazarcıların “Gel abla gel, taze domates bunlar, yanakların gibi kırmızı!” diye bağırmaları beni çok güldürüyor. Bir keresinde bir pazarcı amca, “Kızım sen artist misin? Hangi dizide oynuyorsun?” diye sordu. “Amca ben hayat dizisinde başrol oynuyorum,” dedim, bastım kahkahayı. Pazardan üç kilo domates yerine beş kilo egoyla dönüyorum her seferinde.

Tabii güzelliğin bir bedeli var: bakım. Oje, fön, makyaj derken kuaförümle kanka oldum. İlk gittiğimde “Saçlarınızı nasıl istersiniz hanımefendi?” diye soran kuaförüm, şimdi “Olyacığım, yine o efsane Rus sarısını mı yapıyoruz?” diye karşılıyor. Beylikdüzü’nde bir Beylikdüzü rus travesti olarak kendi küçük krallığımı kurdum diyebilirim. İnsanlar beni “Olya” olarak, mahallenin neşeli, bakımlı ve biraz da çatlak sarışını olarak tanıdı.

Türkçe İle İmtihanım: “Ayran” mı, “Hayran” mı?

İstanbul’a geldiğimde Türkçem “merhaba” ve “teşekkür ederim”den ibaretti. Ama bu şehirde dil öğrenmemek imkânsız. Özellikle de pazarlık yapmanız gerekiyorsa! İlk zamanlar yaşadığım komik anları anlatsam roman olur. Bir keresinde bir restoranda garsona çok beğendiğimi söylemek için “Size hayranım!” diyecekken, heyecandan “Size ayranım!” demişim. Garibim garson, “Abla mutfakta var, hemen getireyim,” diye mutfağa koşmuştu. Ben arkasından “Hayır hayır, içecek olan değil!” diye bağırırken bütün restoran bize bakıyordu.

Ya da taksiye binip “Beylikdüzü” diyecekken, o Rus aksanıyla ağzımdan nasıl çıktığını tahmin bile edemezsiniz. Taksici amca beş dakika boyunca “Nereye abla, bir daha söyle,” diye defalarca sormuştu. Sonunda telefonumdan haritayı açıp göstermek zorunda kalmıştım. Şimdi mi? Şimdi pazarda pazarcıyla atışacak, taksiciyle memleket meselelerini tartışacak kadar öğrendim. Arada hala “r”leri yuvarlasam da, bu aksan benim imzam oldu. İnsanlar “Abla sen Rus musun?” diye sorduğunda, “Yok canım, Sivaslıyım, yiğidin harman olduğu yerdenim,” diye takılıyorum.

Gece Hayatı, Eğlence ve Olya’nın Dans Pistindeki Zaferi

İstanbul’un gündüzü ayrı, gecesi ayrı bir dünya. Beylikdüzü sakin bir liman olsa da, arada bir o limandan ayrılıp şehrin fırtınalı denizlerine, yani Taksim’e, Cihangir’e açılmak gerekiyor. Kızlarla toplanıp hazırlandığımız o anlar… Ev adeta bir güzellik salonuna dönüyor. Müzik son ses, makyaj malzemeleri masanın her yerinde, kahkahalar havada uçuşuyor.

Gecenin bir yarısı Beylikdüzü’nden Taksim’e gitmek ayrı bir macera. O yol bitmek bilmez. Ama mekanın kapısından içeri adım attığımız an bütün yorgunluk unutuluyor. Işıklar, müzik, dans eden insanlar… İşte o an kendimi ait olduğum yerde hissediyorum. Dans pistine çıktığımda ise bütün gözler bana dönüyor. O uzun bacaklar, o Rus enerjisiyle birleşince ortaya karşı konulmaz bir manzara çıkıyor tabii. DJ en sevdiğim şarkıyı çaldığında kendimden geçiyorum.

Bir keresinde bir mekanda o kadar enerjik dans ediyordum ki, yanımdaki bir çocuk gelip, “Abla helal olsun, bu enerji nereden geliyor? Vitamin falan mı alıyorsun?” diye sordu. “Yok canım,” dedim, “Bu Sibirya ayısı gücü!” Çocuk anlamadı ama olsun, biz çok eğlendik. İstanbul geceleri, bir Beylikdüzü rus travesti olarak kendimi en özgür, en mutlu hissettiğim anları bana yaşatıyor. Gündüzleri Beylikdüzü’nün sakin kızı Olya, geceleri ise dans pistlerinin kraliçesi oluyorum.

Aşk, Flört ve “Türk Erkeği” Denklemi

Ah, geldik en civcivli konuya. Aşk! İstanbul bir aşk şehri derler, doğru mu? Kısmen! Türk erkekleri… Ne desem bilemedim. Bir yandan inanılmaz centilmen, iltifat etmeyi seven, sizi kraliçe gibi hissettiren bir yanları var. Diğer yandan ise o maço tavırlar, o “benim dediğim olacak” havaları yok mu… Bazen beni çileden çıkarıyor.

Online flört uygulamaları ise ayrı bir komedi. Profillerde kaslı vücutlar, lüks arabaların önünde pozlar… Ama buluşmaya bir geliyorsun, alakası yok. Benim en çok güldüğüm, bana “Senin için dağları delerim,” yazıp da, Beylikdüzü’ne gelmeye üşenenler. Canım, dağı delmene gerek yok, metrobüse binsen yeter!

Elbette harika insanlarla da tanıştım. Beni ben olduğum için, trans bir kadın olmamı sorun etmeden, ruhumu sevmeye çalışanlarla da karşılaştım. Ama dürüst olmak gerekirse, İstanbul’da aşkı bulmak, metrobüste oturacak yer bulmaktan daha zor. Ama umudumu kaybettim mi? Asla! Bu şehir sürprizlerle dolu. Belki bir gün benim beyaz atlı prensim de metrobüsün bir durağında karşıma çıkar, kim bilir?

Sonuç: İyi ki Gelmişim İstanbul!

Sibirya’nın o sessiz, sakin ve soğuk günlerinden sonra İstanbul bana ilaç gibi geldi. Kaosuyla, kalabalığıyla, gürültüsüyle, komik insanlarıyla… Bu şehir beni her gün yeniden şaşırtıyor ve eğlendiriyor. Beylikdüzü’nde bir Beylikdüzü rus travesti olarak kendime bir hayat kurdum. Komşu teyzelerimle kısır yiyor, pazarcı amcalarla şakalaşıyor, metrobüste hayatta kalma mücadelesi veriyor ve geceleri şehrin ışıklarında kendimi kaybediyorum.

Bazen yoruluyor muyum? Evet. Bazen “Benim bu beton yığınının içinde ne işim var?” diyor muyum? Kesinlikle. Ama sonra pencereden dışarı bakıyorum, o hareketli hayatı, o bitmeyen enerjiyi görüyorum ve “İyi ki buradayım,” diyorum. Çünkü İstanbul, size her gün yeni bir hikaye yazma fırsatı veren sihirli bir şehir. Ve ben, Olya olarak, bu şehrin en renkli, en eğlenceli hikayelerinden birini yazmaya devam edeceğim.

Siz de kendi hikayenizi yazmaktan korkmayın canlarım. Nerede olursanız olun, kim olursanız olun, kendi renginizi, kendi neşenizi etrafa saçın. Hayat, sıkıcı olmak için çok kısa. Bir sonraki blog yazısına kadar kendinize iyi bakın, bol bol gülün ve sakın o içinizdeki ateşi söndürmeyin! Kocaman öpücükler

Scroll to Top