avrupa yakası travesti kızlar

Avrupa Yakası Travesti Âleminin Pırıltılı Dünyası: Bir Kent Masalı

Bugün klavyemin başına oturdum ve dedim ki, “Şu İstanbul’un incisi, medeniyetin beşiği Avrupa Yakası’nın güzeller güzeli travestilerini bir de benden dinleyin.” Hani o meşhur dizi repliği var ya, “Avrupa Yakası… Burası başka bir dünya…” diye.Vallahi doğru söylemişler. Bizim dünyamız ise o dünyanın içinde bambaşka bir galaksi, adeta parıldayan bir nebuladır. Şimdi sıkı durun, çünkü sizi kahkahalarla dolu, biraz dedikodulu, bolca da gerçekçi bir gezintiye çıkarıyorum. Çayınızı, kahvenizi alın, arkanıza yaslanın. Avrupa Yakası travesti âleminin kapılarını aralıyoruz!

Şimdi dürüst olalım, İstanbul dediğin iki yakadan oluşur ama bu iki yaka arasında sanki görünmez bir okyanus var. Anadolu Yakası’nın o sakin, kendi halinde, “aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey” moduna karşılık, Avrupa Yakası tam bir kaosun, enerjinin, hızın ve tabii ki modanın kalbidir. İşte bu dinamik yapı, buradaki travesti kızlarımızın ruhuna da işlemiş durumda. “Avrupa Yakası travesti” denilince akla ilk gelen şey nedir diye sorsam, muhtemelen birçoğunuz “cesaret” der. Haklısınız da. Bu yakada hayata tutunmak, hele ki bir trans kadın olarak var olmak, her babayiğidin harcı değildir.

Beyoğlu Geceleri: Neon Işıklar ve Yüksek Topuklar

Gelin, turumuza İstanbul’un kalbi, eğlencenin merkezi Beyoğlu’ndan başlayalım. Ah, Beyoğlu… İstiklal’in o bitmek bilmeyen kalabalığı, Asmalımescit‘in daracık sokaklarından taşan müzik sesleri ve Cihangir’in entel dantel kafeleri… İşte bu karmaşanın tam ortasında, gecenin kraliçeleri belirir: Bizim kızlar!

Beyoğlu’nda bir travesti olmak, adeta bir sanat performansı gibidir. Her gece sahneye çıkar gibi hazırlanırsın. O makyaj var ya o makyaj… Profesyonel ressamlar halt etmiş yanında. Göz kapaklarına gökkuşağını sığdıran mı dersin, kirpiklerle rüzgâr yapan mı dersin… Her biri ayrı bir sanat eseri. Bir de o topuklu ayakkabılar var tabii. Arnavut kaldırımlı, inişli yokuşlu Beyoğlu sokaklarında o incecik topukların üzerinde adeta bir balerin zarafetiyle süzülmek… Bu, yerçekimine meydan okumaktır, azizim. Newton görse formüllerini yeniden yazardı, o derece!

Bir keresinde Cihangir’de bir arkadaşımla kahve içerken, kaldırımdan geçen bir kızımızı gördüm. Ama ne geçiş! Rüzgârda savrulan saçları, kendinden emin adımları, omuzlarının dikliği… Yanımızdaki masada oturan snob teyzeler bile bir anlık hayranlıkla bakakaldılar. Kadının yürüyüşü o kadar güçlüydü ki, sanki “Bu sokaklar benim, bu şehir benim!” diyordu. İşte Avrupa Yakası travesti ruhu tam olarak budur: Kaosun ortasında bile kendi podyumunu yaratabilme yeteneği.

Beyoğlu’ndaki kızlarımızın bir diğer alametifarikası da hazırcevaplıklarıdır. Hani laf atan kendini bilmezler olur ya… İşte onlara verdikleri cevaplar, stand-up gösterisi olsa biletleri yok satar. Öyle bir laf sokarlar ki, o lafı yiyen kişi eve gidip Google’da anlamını arar. Bu, yılların verdiği bir savunma mekanizması aslında. Sokakların acımasızlığında, zekânı ve mizahını kalkan olarak kullanmayı öğrenirsin. Bu yüzden Beyoğlu’nda bir travesti ile laf dalaşına girmeden önce iki kere düşünün derim. Sonra “Vay efendim, lafı gediğine koydu, rezil oldum” demek istemezsiniz.

Şişli ve Nişantaşı Hattı: Zarafet ve Marka Aşkı

Beyoğlu’ndan biraz yukarı, Şişli ve Nişantaşı tarafına çıktığımızda ise atmosfer tamamen değişir. Burası lüksün, markaların ve “old money” estetiğinin merkezidir. Hal böyle olunca, bu bölgenin travestileri de bambaşka bir havaya bürünür. Onlar için hayat, bir Vogue dergisi çekimi gibidir.

Nişantaşı travestisi, sabah mahmur gözlerle bakkala gitmez. O, sabah “brunch”a gider. Üzerinde mutlaka sezonun trendi bir parça, kolunda son moda bir çanta, gözünde yüzünün yarısını kaplayan o meşhur güneş gözlükleri… Adımlarını Abdi İpekçi Caddesi’nde atarken, sanki Paris Moda Haftası’nda yürüyor gibidir. Onun için “tarz”, bir yaşam biçimidir. Pazardan aldığı bir tişörtü bile öyle bir kombinler ki, sanırsın bilmem hangi lüks markanın özel koleksiyonundan çıkmış.

Bu kızlarımızın bir diğer özelliği de inanılmaz bir estetik gözü olmasıdır. Dekorasyondan anlarlar, sanattan anlarlar, iyi yemekten anlarlar. Evleri adeta birer tasarım harikasıdır. Öyle bir zevkleri vardır ki, evlerine misafirliğe gittiğinizde kendinizi bir sanat galerisinde gibi hissedersiniz. Onlarla sohbet etmek, size yeni ufuklar açar. Sadece dedikodu yapmazlar; son çıkan filmleri, en yeni sergileri, okunması gereken kitapları da konuşurlar. Avrupa Yakası travesti kimliğinin entelektüel ve zarif yüzüdür onlar.

Tabii bu şıklığın ve zarafetin bir de komik tarafı var. Mesela, indirim dönemleri… O sakin, asil duruşlu Nişantaşı kraliçeleri, %70 indirim yazısını gördükleri an, içlerinden çıkan alışveriş canavarıyla adeta birer gladyatöre dönüşürler. O son kalan Miu Miu çantayı kapmak için verdikleri mücadele, Çanakkale Destanı’na konu olacak cinstendir. Bir keresinde bir mağazada iki kızımızın aynı elbiseyi almak için nasıl tatlı-sert bir pazarlığa giriştiklerine şahit olmuştum. Biri, “Canım o renk sana gitmez, seni boğar,” derken, diğeri “Aşk olsun tatlım, asıl senin o beyaz tenine bu renk hiç olmaz, hayalet gibi olursun,” diye karşılık veriyordu. Sonunda ne mi oldu? İkisi de elbiseyi almaktan vazgeçip, “Hadi gel biz bir kahve içelim, bu ne ya böyle hırs yaptık,” diyerek kol kola mağazadan çıktılar. İşte bu da onların tatlılığıdır. Rekabetleri bile bir yere kadar sürer, dostlukları her zaman daha ağır basar.

Beşiktaş ve Ortaköy: Bohem Ruhun ve Enerjinin Kalesi

Şimdi rotamızı biraz daha sahile, Beşiktaş ve Ortaköy’e çevirelim. Burası gençliğin, enerjinin ve daha bohem bir ruhun hâkim olduğu bir bölge. Üniversitelerin de burada yoğunlaşması, bölgenin dinamizmini sürekli canlı tutuyor. Beşiktaş’ın travesti kızları da tam bu enerjiyi yansıtır.

Onlar daha rahat, daha “salaş” bir şıklığa sahiptir. Nişantaşı’ndaki gibi marka takıntıları yoktur. Onlar için önemli olan, giydiklerinin içinde kendilerini iyi hissetmeleridir. Bir rock grubunun tişörtü, yırtık bir kot pantolon ve postallarla da dünyanın en havalı kadını olabilirler. Onların güzelliği, doğallıklarından ve özgüvenlerinden gelir.

Beşiktaş Çarşısı’nın o cıvıl cıvıl atmosferinde onlara rastlayabilirsiniz. Arkadaşlarıyla bir bira içip kahkahalarla sohbet ederken, bir yandan da maç özetlerini tartışırlar. Evet, yanlış duymadınız! Beşiktaşlı travestilerin çoğu, fanatik birer taraftardır. Maç günleri üzerlerine formalarını çeker, bayraklarını alır ve stada giden taraftar grubunun arasına karışırlar. O kalabalıkta, o coşkuda cinsiyetin, kimliğin hiçbir önemi kalmaz. Önemli olan tek şey, o an paylaşılan ortak tutkudur: Beşiktaş aşkı!

Bu kızlarımızın inanılmaz bir sosyal çevreleri vardır. Her telden insanla dostluk kurabilirler. Öğrencilerle kanka olurlar, esnafla abi-kardeş ilişkisi kurarlar, mahallenin teyzeleri onlara “kızım” diye seslenir. Bu, onların samimiyetinden ve içtenliğinden kaynaklanır. Önyargı duvarlarını, o sıcak gülümsemeleri ve yardımsever tavırlarıyla yıkıp geçerler. Birinin başı sıkışsa ilk koşan onlardır. Mahallede bir hasta mı var, çorbasını yapıp götürürler. Birinin paraya mı ihtiyacı var, ceplerindeki son kuruşu paylaşırlamakta tereddüt etmezler. İşte Avrupa Yakası travesti dünyasının bu vefalı ve dost canlısı yüzü, çoğu zaman görmezden gelinen ama en değerli olanıdır.

Bir de Ortaköy geceleri var tabii… Boğaz’ın o eşsiz manzarasına karşı, sevdikleriyle birlikte eğlenmenin tadını çıkarırlar. Onlar için lüks mekanlardan çok, samimi ortamlar daha değerlidir. Kumpircide sıra beklerken yanınızdaki kişiyle hemen sohbete dalabilir, waffle’ını paylaşabilirler. Onların dünyasında yabancı diye bir kavram yoktur; herkes potansiyel bir dosttur. Bu sıcakkanlılık, bu hayata pozitif bakış açısı, onları çevrelerindeki insanlar için adeta birer enerji kaynağı yapar.

Avrupa Yakası Travesti Olmanın Tatlı-Acı Gerçekleri

Elbette, bu anlattıklarım madalyonun sadece parlak yüzü. Her şey her zaman bu kadar güllük gülistanlık olmuyor. Avrupa Yakası’nın o hızlı ve acımasız temposu, trans kadınlar için iki kat daha zorlayıcı olabiliyor. İş bulma zorlukları, barınma sorunları, toplumsal önyargılar ve şiddet riski… Bunlar, hayatlarının birer parçası olan acı gerçekler.

Ancak bizim kızlarımızın en büyük özelliği, tüm bu zorluklara rağmen yılmamalarıdır. Her düşüşten sonra daha güçlü bir şekilde ayağa kalkmayı bilirler. Gözyaşlarını siler, makyajlarını tazeler ve hayata kaldıkları yerden, daha da cesur bir şekilde devam ederler. Onların mizah anlayışı, aslında bu acılarla başa çıkma yöntemidir. En trajik anlarda bile kendileriyle dalga geçebilecek, durumu tiye alabilecek bir espri bulurlar. Bu, onların hayatta kalma güdüsünün bir parçasıdır.

Bir arkadaşım anlatmıştı, çok zor bir günün ardından evde tek başına ağlarken, aynada akmış rimelleriyle kendine bakıp birden kahkaha atmaya başlamış. “Aman be kızım,” demiş kendi kendine, “Şu haline bak, Alice Cooper’a döndün. Bu suratla sokağa çıksan çocuklar korkudan kaçar.” İşte bu, en dibe vurduğunda bile espri yapabilme gücü, onları özel kılan en önemli şeylerden biridir. Acıyı bal eylemek diye buna denir.

Sonuç olarak, Avrupa Yakası travesti dünyası, içinde binbir renk, duygu ve hikâye barındıran kocaman bir evrendir. Cesaretin, zarafetin, zekânın, mizahın ve vefanın harmanlandığı bir yerdir. Onlar, bu gri şehrin en renkli çiçekleridir. Bazen neon ışıkları kadar parlak, bazen bir sokak lambasının loş ışığı kadar hüzünlü, ama her zaman kendileri gibi ve her zaman güçlüdürler.

Eğer bir gün yolunuz Avrupa Yakası’na düşerse ve bu anlattığım pırıltılı ruhlardan biriyle karşılaşırsanız, onlara bir selam vermekten, bir gülümseme hediye etmekten çekinmeyin. Emin olun, karşılığında size kocaman bir dünya hediye edeceklerdir. Çünkü onlar, bu şehrin sadece bir parçası değil, aynı zamanda ruhudur.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, canlarım. Kendinize iyi bakın, pırıltınızı asla kaybetmeyin

Scroll to Top