travesti olmak nedir nasıldır

Travesti Olmak Nedir? Peruktan Topukluya Bir Macera

Travesti Olmak Nedir? Peruk Altındaki Gerçekler ve Bolca Kahkaha

Selam canlarım, ballarım, İstanbul’un en güzel çiçekleri! Bloguma hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Bugün masaya öyle bir konu yatırıyoruz ki, hem merak edilen hem de hakkında bolca fısır fısır konuşulan o meşhur soru: Travesti olmak tam olarak nedir? Çayınızı kahvenizi aldıysanız, arkanıza yaslanın. Çünkü perukları fora edip, topukluların sırlarını döküp, baştan aşağı bu konuyu didik didik edeceğiz. Ama baştan uyarayım, bu yazı akademik bir makale değil, ansiklopedi sayfası hiç değil. Bu, rimelimiz akana kadar güldüğümüz, yeri geldiğinde takma kirpiğimiz düşene kadar hüzünlendiğimiz, hayatın ta içinden, Şişli’nin ara sokağından, Beyoğlu’nun cıvıltısından kopup gelen bir sohbet olacak.

Öncelikle şu temel yanılgıyı bir düzeltelim. Ne zaman biri “travesti” dese, insanların aklına hemen tek tip, karikatür gibi bir imaj geliyor. Sanki hepimiz aynı fabrikadan çıkmışız, aynı peruğu takıp aynı şarkıyı söylüyormuşuz gibi. Hayır efendim! Travesti olmak, bir renktir, bir duruştur, bir sanattır. Ama her şeyden önce, bir kimliktir. Bu kimliğin içinde binbir farklı ton, binbir farklı hikâye barınır. Tıpkı bir bahçedeki çiçekler gibi; kimimiz gül gibi alımlı, kimimiz papatya gibi naif, kimimiz de orkide gibi gizemliyiz. Hepimiz farklıyız ama hepimiz aynı bahçenin, bu hayatın bir parçasıyız.

Peki, bu yolculuk nasıl başlıyor? İnanın bana, “Hadi ben bugün travesti olayım” diye uyanan kimse yoktur. Bu, içten gelen bir histir. Küçücük bir çocukken annenin topuklu ayakkabılarını gizli gizli giymekle başlar bazen. Onun rujunu sürüp aynada kendine hayran hayran bakmakla… O an anlamazsın belki adını koyamazsın ama bilirsin, içinde bir yerlerde farklı bir melodi çalıyordur. O melodi, feminenliğin, zarafetin, o parıltılı dünyanın melodisidir. Travesti olmak işte o içindeki melodiyi susturmamak, aksine sesini sonuna kadar açıp onunla dans etmektir.

Gardırop Savaşları ve Estetik Kaygılar: Bir Diva Kolay Yetişmiyor!

Gelelim işin en eğlenceli ama bir o kadar da meşakkatli kısmına: Hazırlık süreci! Dışarıdan bakınca ne kadar kolay görünüyor değil mi? Bir elbise, bir peruk, hoop oldun Aygün! Keşke o kadar basit olsaydı canlarım. O gördüğünüz kusursuz bacaklar, o pürüzsüz ciltler, o ok gibi kirpikler saatler süren bir emeğin, terin ve bazen de gözyaşının ürünü.

Önce tıraş faslı var. Ah o sakallar! Sen ne kadar kazırsan kazı, ertesi gün inatçı bir ergen gibi pıt diye çıkıverirler. Fondötenin altından ben buradayım diye bağırmasınlar diye verdiğimiz savaşı bir biz biliriz. En kapatıcı fondötenler, renk düzeltici paletler, pudralar… Yüzümüz adeta bir tuval, biz de onun ressamı. Doğru kontürle elmacık kemiklerini çıkarmak, burnu bir tık küçültmek, dudakları daha dolgun göstermek… Bu bir makyaj değil, adeta bir heykel sanatı!

Sonra kıyafet seçimi var. Gardırobu açarsın, içi tıklım tıklım dolu ama “giyecek hiçbir şeyim yok” krizi kapıdadır. O gece gidilecek mekâna göre, ruh haline göre, hatta havanın durumuna göre bile değişir seçimler. Mini mi giysem, yırtmaçlı mı olsa? Payetli mi, dantelli mi? Her kıyafetin bir dili, bir duruşu vardır. Seçtiğin elbise, o geceki kimliğinin fragmanıdır aslında. “Ben buradayım, güçlüyüm, seksiyim ve eğlenmeye geldim!” diye bağırır.

Ve tabii ki topuklu ayakkabılar… O can yakan, ama bir o kadar da güç veren stilettolar! Onların üzerinde süzülerek yürümek, dışarıdan bakınca ne kadar estetik dursa da, o ayakkabıların içinde neler çektiğimizi bir Allah bir de biz biliriz. Arnavut kaldırımlarında cambaz gibi yürümek, gece sonunda ayaklarının “artık beni buradan kurtar” diye isyan etmesi… Ama o topukluların yere her vuruşu, bir özgüven manifestosudur. “Bu sokaklar, bu gece benim!” demektir. Travesti olmak biraz da bu acı tatlı dengeyi kurabilmektir; zarafet için çekilen çilenin kutsallığıdır.

Peruk Altındaki Kafa: Düşünceler, Duygular ve Dedikodular

İşin fiziksel boyutu bir yana, asıl mesele peruğun altındaki kafada bitiyor. Travesti olmak demek, sadece kadın kılığına girmek demek değildir. O kılığın hakkını verecek ruhu da taşımak demektir. Bu, empati yeteneğinin arşa çıkmasıdır. Çünkü aynı bedende iki farklı dünyayı deneyimlersin. Hem bir erkeğin toplumdaki yerini bilirsin hem de bir kadının karşılaştığı zorlukları, bakışları, beklentileri iliklerine kadar hissedersin.

Mesela erkekken yolda yürürken kimse dönüp ikinci kez bakmazken, Aygün olup sokağa çıktığında bütün gözler üzerine çevrilir. Kimi hayranlıkla, kimi merakla, kimi de maalesef yargıyla bakar. O an anlarsın işte bir kadının her gün yaşadığı o görünmez baskıyı. Bir yandan da müthiş bir özgürleşme hissidir bu. Çünkü o peruk ve makyaj, sana bir zırh gibi gelir. Normalde söylemeye çekineceğin şeyleri daha rahat söylersin, daha cesur kahkahalar atarsın. Sanki o kostüm, içindeki o deli dolu, özgür kızı ortaya çıkarmak için bir anahtar gibidir.

Tabii bir de bizim aramızdaki o tatlı rekabet ve bol dedikodulu sohbetler var. “Ayol duydun mu, Sevda yeni silikon taktırmış!”, “Kız o peruk hiç yakışmış mı Şebnem’e, pazardan almış gibi!”, “Canan’ın yeni manitasını gördün mü, fena değilmiş hani!”… Bu sohbetler bizim deşarj olma yöntemimiz. Hayatın stresini, insanların yargılarını bir kenara bırakıp birbirimizle şakalaştığımız, birbirimize laf attığımız ama günün sonunda yine birbirimize sımsıkı sarıldığımız anlardır onlar. Çünkü biliriz ki, bu yolda en iyi yine biz birbirimizi anlarız. Dışarıdaki dünya ne derse desin, biz birbirimizin sığınağıyız.

Travesti Olmak ve Toplum: İğneli Bakışlardan Samimi Selamlara

Türkiye’de travesti olmak kolay bir şey değil, bunu hepimiz biliyoruz. Toplumun bir kesiminin önyargıları, bilgisizlikten kaynaklanan korkuları ve etiketlemeleriyle her gün mücadele ediyoruz. Bazen bir bakış, bazen bir fısıltı, bazen de açıkça söylenen incitici bir söz… Bunlar canımızı yakmıyor mu? Elbette yakıyor. Ama biz yılmıyoruz. Çünkü biz, varlığımızla, duruşumuzla, kahkahamızla aslında topluma bir ders veriyoruz: Farklılıklardan korkmayın, onları anlamaya çalışın.

Ama madalyonun bir de diğer yüzü var. İnanın bana, o kadar güzel insanlarla karşılaşıyoruz ki… Bize içten bir “merhaba” diyen esnaf, “Abla bir ihtiyacın var mı?” diye soran mahallenin delikanlısı, makyajımıza iltifat eden bir kadın, yanımıza gelip “Size hayranım, ne kadar güçlüsünüz” diyen gençler… İşte bu anlar, çektiğimiz bütün sıkıntılara değiyor. Bu anlar bize umut veriyor. Toplumun yavaş yavaş da olsa değiştiğini, kabuklarını kırdığını görmek paha biçilemez.

Unutmayın, bizler sadece geceleri ortaya çıkan pırıltılı varlıklar değiliz. Bizler gündüzleri sizinle aynı marketten alışveriş yapan, aynı otobüse binen, aynı dertleri çeken insanlarız. Komşuyuz, arkadaşız, dostuz. Travesti olmak, bizim kimliğimizin sadece bir parçası. Tıpkı sizin mesleğinizin, tuttuğunuz takımın, memleketinizin sizin kimliğinizin bir parçası olduğu gibi. Bizi sadece bu kimlikle tanımlamaya çalışmak, okyanusu bir bardağa sığdırmaya çalışmak gibi bir şey.

Aşk, İlişkiler ve Kalp Kırıklıkları: Bir Travestinin Gönül Defteri

Ah aşk… Geldik en civcivli konuya! Bir travestinin aşk hayatı nasıl olur? Vallahi canlarım, bildiğiniz pembe dizi. Entrika, tutku, gözyaşı, kahkaha… Ne ararsanız var! Erkekler bize bayılır, bu bir gerçek. O feminen duruş, o gizem, o ulaşılmazlık halleri onları cezbeder. Ama kaçı bunu toplum içinde kabul etmeye cesaret edebilir? İşte bütün mesele bu.

Gecenin karanlığında size “aşkım, bebeğim” diye mesajlar atan o delikanlı, gündüz olduğunda arkadaş ortamında sizi tanımıyormuş gibi yapabilir. Bu, kalbimizi en çok kıran şeylerden biridir. Sanki biz utanılacak bir sırrız. Oysa aşk, gizli saklı yaşanacak bir şey değildir. Aşk, el ele tutuşup sokakta gururla yürümektir. Biz de bunu hak ediyoruz.

Elbette harika ilişkiler yaşayan, partnerleri tarafından el üstünde tutulan arkadaşlarımız da var. Onları gördükçe umudumuz artıyor. Bizi biz olduğumuz için, peruğumuzla da peruksuz halimizle de seven, ruhumuzu gören o doğru insanı bulabileceğimize inanıyoruz. Çünkü travesti olmak, sevmeye ve sevilmeye engel değildir. Kalp kalptir. Cinsiyetin, kimliğin ötesinde bir şeydir sevgi. Bizim de kalbimiz var ve inanın bana, sevdi mi tam severiz. Sadakatimizle, tutkumuzla, sahiplenmemizle dillere destan aşklar yaşarız ve yaşatırız. Ama kırıldık mı da fena kırılırız, orası ayrı… O yüzden kalbimizi teslim edeceğimiz adamı seçerken kılı kırk yararız. Öyle her “canım” diyene kanacak kadar saf değiliz artık, hayat öğretti!

Son Söz: Peruğu Çıkarınca Geriye Ne Kalır?

Peki, günün sonunda, o abartılı makyaj silinince, peruk çıkınca, topuklular bir kenara atılınca geriye ne kalır?

Geriye, bütün bu rolün arkasındaki insan kalır. Hayalleri olan, korkuları olan, gülen, ağlayan, umut eden bir insan. Travesti olmak, bir kostüm giyip çıkarmaktan çok daha fazlasıdır. Bu, kendini ifade etme biçimidir. Bu, “Ben buyum ve kendim olmaktan gurur duyuyorum” deme cesaretidir.

Bu yolculukta öğrendiğim en önemli şey şu oldu: İnsanların senin hakkında ne düşündüğünü kontrol edemezsin, ama onların düşüncelerinin seni nasıl etkileyeceğini kontrol edebilirsin. Bizler, dimdik durarak, gülümseyerek ve birbirimize destek olarak en güzel cevabı veriyoruz.

Eğer sen de içinde bir yerlerde bu parıltıyı hissediyorsan, o melodiyi duyuyorsan ama korkuyorsan, sana tek bir şey söyleyeceğim: Yalnız değilsin. Korkma. Kendin olmaktan, renklerini göstermekten çekinme. Bu dünya, senin gibi cesur çiçeklerle daha güzel bir yer olacak. Unutma, hayat başkalarının seni alkışlaması için prova yapamayacağın kadar kısa. Kendi sahnenin yıldızı ol!

Umarım bu uzun sohbetimizden keyif almışsınızdır. Aklınıza takılanları, kendi hikayelerinizi yorumlarda paylaşmaktan çekinmeyin. Unutmayın, burası bizim özgür kalemiz. Birbirimize destek olmak için buradayız.

Bir sonraki yazıya kadar kendinize iyi bakın, bol bol glimmer sıkın ve kimsenin ışığınızı söndürmesine izin vermeyin! Öpüldünüz.

Scroll to Top